|
|
VELİ KİMDİR?
Şah-ı Nakşibend’e (ks) sormuşlar:
“Efendimiz, bazı havada uçan kimseler var. Onların durumu nasıldır? Onlar için ne söylüyorsunuz?”
Hazret cevaben buyurmuş:
“Onlar benim nazarımda veli değiller. Havada uçmak hüner değil. Havada uçan bunca kuşlar var. Veli mi oldular ki havada uçuyorlar?”
Tekrar sormuşlar:
“Peki efendimiz, suda yürüyenler için ne buyuruyorsunuz?”
Şah-ı Nakşibend (ks) şöyle buyurmuş:
“Onlar da benim nazarımda makbul değildir. Gece gündüz suda dolaşan bunca balık var. Onlar da veli midir ki suda geziyorlar?”
Tekrar sormuşlar:
“Öyleyse efendimiz, bir saatte bütün dünyayı dolaşan, doğu ile batı arasında mekik dokuyan kimseler için ne söyşüyorsunuz?”
Hazret cevaben:
“benim nazarım da bunlar da veli değiller. Şeytan ism-i azam duasını okuyarak bir saniyede doğudan batıya gidip geliyor. Ama kafirdir şeytan. Dergah-ı ilahiden atılmıştır. İmanı reddedilip kabul edilmemiştir.” buyurmuş.
Soranlar bu cevapları aldıktan sonra:
“Öyle ise efendimiz, lütfen bize kimlere veli dendiğini, kimlerin veli olduğunu söyler misiniz? Vallahi biz kimlerin veli olduğunu bilemiyoruz” diyerek rica etmişler.
Şah-ı Nakşibend (ks) bunun üzerine şöyle buyurmuş:
“Ben, Peygamberin (sas) şeriatına mutabat eden, onun şeriatinden ayrılmayan kimselere veli derim. Böyle kimseler benim gözümde velidir.”
Sohbetler, Seyda Hz.
Tasavvufun Üç Meyvesi
Mehmet ILDIRAR kaleme aldı, DİĞER YAZILAR bölümünde yayınlandı.
Tasavvuf, nefsin terbiye edilip kalbin Allah’tan gayrısından temizlenmesi için Kitap ve Sünnet dairesinde gayret etmek, çalışmaktır. Burada nefsin terbiyesinin, kalbin temizliğinin önemi yanında, bu işin İslâm’ın temiz akidesi, emir ve yasakları çerçevesinde yapılmasının önemini öncelikli olarak vurgulamak gerekir. Çünkü Allah Tealâ’nın İslâm’dan başka bir dini yoktur ve bu dinin dışındaki başka bir inançla nefse muhalefet etmek kişiyi hakikate ulaştırmaz. ‘İstidraç’ denilen birtakım garipliklerle kişi doğruya ulaştım zannederken, iyice yanlışa saplanıp kalır.
İslâmî ölçülerle kontrol edilmeyen nefs terbiyesi tasavvuf değil; şeyhi şeytan, akıbeti cehennem olan bir sapık yol olur. Bu sapıklıkla elde edilecek bazı olağandışı hallerin insanların gözünü boyamaktan öte hiçbir kıymeti yoktur. Bütün mesele kalbi Allah Tealâ’nın razı olduğu ahlâk ile selim bir hale kavuşturmak ve İslâm olarak yaşatmaktır.
İmam Rabbanî k.s. hazretlerine göre tasavvuf üç şeyin temini içindir: Önce kalbi manevi hastalıklarından temizler. Kalp, emir alemindendir ve aslen yüzü Allah’a dönüktür. Fakat dünya hayatına saplanarak kirlenmiş, ahlâkı bozularak ilâhi olan cevheri zarar görmüştür. Bize şah damarımızdan yakın olan Allah Tealâ’yı unutup uzaklaşmış, birer hastalık olan kötü huylar edinmiştir.
Tasavvuf, kalbi Allah Tealâ’ya karşı cahilleştiren, onu karanlıkta bırakan bu durumdan kurtarmak için yapılacak olanın yolunu göstermiş, Ehl-i Sünnet sınırları içinde yöntemi belirlemiştir. Usulünce çalışılınca tasavvufun sağladığı ilk kazanç kalbin bütün hastalık ve dünyanın gereksiz ağırlıklarından kurtulması, kendi gerçek haline dönmesidir.
İkinci olarak, kalp aslına dönünce şüphe ve vesveselerden arınmış sağlam bir imanla kişi Allah Tealâ’nın rızasını kazanmayı can u gönülden ister ve itikad, ibadet ve muamelâtıyla dinine dört elle sarılır, emirleri yerine getirip, yasaklardan sakınır.
Üçüncü olarak, tasavvuf terbiyesi altında yetişmiş müslüman için Peygamber Efendimiz s.a.v.’in sünnetini ihya etmek büyük önem kazanır. Çünkü doğru yolun, dinin, dolayısıyla tasavvufun habercisi O’dur. İnsanları kurtuluşa götürecek olan yaşayış şeklini, hal ve davranışları yine O göstermiş, nasıl yapmamız gerektiği konusunda örnek olmuştur. O’nun elinden tutmadan, O’nun yolunu takip etmeden, O’nun duası ve şefaati olmadan tasavvuf terbiyesi mümkün değildir. O bütün mürşitlerin mürşidi, yol göstericilerin yol göstericisidir.
Tasavvuf, kişiyi Peygamberine bağlı, O’nun bildirdiklerine sadık bir müslüman yapmaya çalışırken, nefs, şeytan ve kötü insanlar da düşmanlıklarından geri kalmayacaklardır. Fakat tasavvuf terbiyesi zaten bu düşmanları alt ederek ilerlemeyi sağlamak içindir.
En önemli düşman da kişinin kendi nefsidir. Nefs aşırı isteklerle dünyaya önelir, Allah Tealâ’nın emir ve yasaklarına karşı lâkayt ve tembel davranıp sadece kendi zevklerinin tatminini ister. Kalbi de aşağı çekmeye çalışır. Çünkü kalp melekleşmeye meyilli olduğundan nefsin istediği hayatla tamamen zıt hareket edip onu engeller.
Kalp nefse teslim olmadığı sürece nefsin yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü kalp insan varlığında en önemli yere sahiptir ve padişah hükmündedir. Bu padişahın hastalanıp yataklara düşmüş, kimseye söz geçiremeyip çevresine oyuncak olmuş hali içler acısıdır. Fakat insanın aklı kalbin yardımcısıdır. Eğer akıl insafla hareket eder, geçici dünyaya bağlanmanın, gerçek ve sonsuz hayat olan ahirete sırt dönmenin saçmalığını itiraf ederse, kalbe yardım etmiş olur.
|
|
|
|
|
|
 |
|
ALLAH DOSTLARI |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
SİLSİLE-İ SADAT-I KİRAM
Hz. Muhammed (sas)
Hz. Ebubekr Sıddık (ra)
Selman-ı Farisi Hz. (ra)
Ebu Muhammed Kasım Hz. (ra)
İmam Cafer-i Sadık Hz. (ra)
Bayezid-i Bistami Hz. (ks)
Ebu Hasen Harakani Hz. (ks)
Ebu Ali Farmedi Hz. (ks)
Hace Yusuf Hemedani Hz. (ks)i
Abdülhalık Gücdevani Hz. (ks)
Hace Arif-i Rivegeri Hz. (ks)
Hace Mahmud İnciri Fağnevi Hz. (ks)
Hace Ali Ramiteni Hz. (ks)
Muhammed Baba Semmasi Hz. (ks)
Seyyid Emir Külal Hz. (ks)
Şah-ı Nakşibend Hz. (ks)
Alaeddin Attar Hz. (ks)
Yakub-i Çerhi Hz. (ks)
Ubeydullah Ahrar Hz. (ks)
Mevlana Muhammed Zahid Hz. (ks)
Mevlana Derviş Muhammed Hz. (ks)
Hace Muhammed Emkeneki Hz. (ks)
Muhammed Baki Billah Hz. (ks)
İmam-ı Rabbani Hz. (ks)
Muhammed Ma’sum Hz. (ks)
Mevlana Muhammed Seyfeddin Faruki Hz. (ks)
Seyyid Nur Muhammed Bedauni Hz. (ks)
Mirza Mazhar Can-ı Canan Hz. (ks)
Abdullah-ı Dıhlevi Hz. (ks)
Mevlana Halid-i Bağdadi Hz. (ks)
Mevlana Seyyid Abdullah Hakkari Hz. (ks)
Seyyid Taha Hakkari Hz. (ks)
Seyyid Sıbgatullah Arvasi Hz. (ks)
Abdurrahman Tahi Hz. (ks)
Fethullah Verkanisi Hz. (ks)
Muhammed Diyaeddin Nurşini Hz. (ks)
Ahmed Haznevi Hz. (ks)
Gavs Seyyid Abdulhakim Bilvanisi Hz. (ks)
Seyyid Muhammed Raşid Hz. (ks)
Gavs-ı Sani Seyyid Abdulbaki Hz. (ks)

ÖNEMLİ NOT: Bu silsile Nakşibendi yolunun Menzil koluna aittir. Diğer kollardaki kardeşlerimizin silsileleri bazı yerlerde farklılık arzedebilir
SEYDA HAZRETLERİNİN HAYATI
1 -Seyyid Muhammed Raşid d-Hüseyni
2 -Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni
3 -Seyyid Muhammed
4 - Seyyid Ma ruf
5 -Seyyid Tahir
6 -Şeyh Seyyid Kal
7 -Seyyid Hace Ebu Tâhir
8 -Seyyid Said Ebu l-Hayr
9 -Seyyid Ali
10-Seyyid Halil
11-Seyyid Hasan
12-Seyyid Mahmud
13-Seyyid Ali
14-Seyyid Taceddin
15-Seyyid Kasım
16-Seyyid İdris
17-Seyyid Ca‘fer
18-Seyyid Kasım
19-Seyyid Kemaleddin
20-Seyyid Ebu Firas
21-Seyyid Fellâh
22-Seyyid Muhammed
23-Seyyid Taceddin
24-Seyyid Ebu Firas
25-Seyyid Maceddin
26-Seyyid Muhammed el-Mağfur Ebu Firas
27-Seyyid Şerafeddin
28-Seyyid imam Ali
29-Seyyid İmam Hüseyni (r.a.)
Dedesi Seyyid Muhammed (k.s.) medreselerde yetişmiş çok büyük bir alimdi. Hüsn-ü hat sanatinda çok mahirdi. Hazret‘e intisab etmiş, Nakşibendi halifesi olarak icazet ve hilafet almişti. Fakat kendisi şeyhine "Sizin sagliginizda kendi halifeligimi açikliyamam, sizden sonraya kalirsam, açiklanmasini birisine vasiyyet edersiniz. Aksi takdirde sizin yaşadiginiz devirde ben mürşidim ben şeyhim diyemem, lütfen beni gizleyiniz" diye rica etmişti. Şeyhinden önce vefat ettigi içinde halifeligi açiktan ilan edilmeyip gizli kalmiştir.
Babası olan Gavs hazretlerini Seyyid Muhammed‘in vefatı üzerine Seyyid Maruf (k.s.) (Seyda hazretlerinin dedesinin babası) büyütmüştür. Gavs hazretleri Siyanüs seyyidlerinden olan Fatime Validemizle evlenmişler, bu izdivaçtan Seyyid Muhammed (k.s.), Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) ve Seyyid Zeynel Abidin isimlerinde üç oğlu ile Halime ve Hatice isminde iki kızı olmuştur. Zeynel Abidin küçük yaşta vefat etmiştir. İlk zevcesinin teşvikiyle evlendiği Taruni köyünden Seyyide olan ikinci hanımı Sıdıka Va-lidemizdende Şeyda hazretlerinin diğer kardeşleri, Seyyid Abdülbaki (k.s.), Seyyid Ahmed, Seyyid Abdülhalim, Seyyid Muhyiddin ve Seyyid Enver ile Aynulhayat, Refiate, Raikate, Naciye adlı kızkardeşleri olmuştur.
Seyda hazretleri 2 yaşlarında iken Seyyid Maruf vefat edince Gavs hazretleri evini Siyanüs köyünden Taruni köyüne taşıdı. Burada 13 sene kaldılar. Daha sonra mürşidi Ahmedi Haznevi‘nin (k.s.) izniyle Bilvanis köyüne hicret ettiler. Şah-ı Hazne Şeyda Hazretlerini 9 yaşındayken görür. Yüzü aydınlanır. İleride çok sofileri olacağını belirtir ve Allah‘a şükrederek "Biz onun cemaatında bulunamazsak da, o çok kalabalık cemaatın çobanını görmek te büyük bir nimettir" derler. Şeyda hazretleri (k.s.) bu köyde yine Seyyide olan Sekine Validemizle evlenmişlerdir. Bu evlilikten Seyyid Fevzeddin, Seyyid Abdülgani, Seyyid Taceddin, Seyyid Mazhar, Seyyid Abdurrakib isimli oğulları ile Haşine, Muhsine, Hasibe, Rukiye, Münevver, Mukaddes, Mümine ve Hediye isimli kızları dünyaya gelmiştir. Gavs hazretleri Bilvanis köyünde 6 sene kaldıktan sonra Seyda hazretleriyle birlikte Bitlis‘in Kasrik köyüne taşındılar. Burada 11 sene kaldıktan sonra Siirt‘in Kozluk kazasının Gadir köyüne hicret ettiler. 9 sene (Burada iken vatan görevini önce acemi birliği olan Manisa‘da, sonra Diyarbakır‘da tamamladı) kaldıkları Gadir‘den hayatının sonuna kadar ikamet edecekleri Adıyaman ilinin Kâhta kazasının Menzil köyüne yerleştiler. Babası Gavs hazretleri l Haziran 1972 yılında vefat edince başhyan irşad görevi 21 sene 4 ay 19 gün devam etmişti. Şeyda Hazretleri babasının vefatında buyurdular: "Allah (cc) Resulüne "Biz seni alemlere rahmet olarak göndermekten başka birşey için göndermedik. Allah Rasûlünün ölümü dünyanın üzerine musibet halinde çöktü. Benim babam da Allah Rasûlünün varislerindendir. Ben onun Allah yolunda insanları irşad ve ilimle uğraştığına şahidim. Biz onu Allah yolunda olduğu için seviyorduk. Babam vefat etti. Nakl-i mekan etti. Allah Hayy‘dır ve mekândan münezzehtir. Öyleyse aşka, Allah‘a... herşey fanidir."
1968 yılında halifelik icazetini alan 1972 yılında irşad görevine başlayan Şeyda hazretlerinin (k.s.) yurtiçinden ve yurdışmdan aşırı ziyaretçisinin gelmesi 18.7.1983 tarihinde Çanakkale‘nin Gökçeada ilçesinde mecburi ikametine yolaçmıştır. Önce Adıyaman‘a, sonra Adana‘ya oradanda Gökçeada‘ya götürülen Şeyda hazretleri çektiği sıkıntı ve adanın havasının, sıhhatini etkilemesi sonucu 30.1.1985 tarihinde Ankara‘ya nakledilmiştir. Burada da 16 ay gözetim altında tutulduktan sonra Merkezi idarenin müsadesiyle tekrar Menzil‘e dönmüştür. Tekrar tebliğ ve irşad hizmetinedevam ederken 1991 yılının Ramazan Bayramı bayramlaşması sırasında içersine zehirli böcek ilacı çekilmiş şırıngayla suikast yapılmış, eline isabet eden zehir etkisini göstermiş, acil müdahaleyle hastaneye yatırılan Seyda hazretleri (k.s.) hayati tehlikeyi atlatmış, fakat elinin üstündeki ve içindeki yaralar sebebiyle uzun süre ızdırap çekmiştir.
Şeker, damar sertligi, tansiyon ve romatizma hastaliklari nedeniyle uzun yillar tedavi gören Seyda hazretlerinin ölümünden bir yil önce ayagi kirilmiş çektigi izdiraplarina bir yenisi eklenmiş, fakat irşad faaliyetleri kesintisiz devam etmiştir.
Romatizma sebebiyle her yaz gittiği Afyondaki kaplıcalardan Ankara‘ya dönüşünden bir kaç gün sonra 22.10,1993 Cuma günü cuma namazından önce 63 yaşında Rahmet-i Rahmana kavuşmuştur.
Vefat haberini alan onbinlerce bağlısının katılımıyla ertesi gün Menzilde babasının yanı başında toprağa verilmiştir.
Ahlakı, şahsiyeti, tevazu, amel ve takvası,şefkat ver merhameti,
Seyda Hazretleri ilk tahsiline babasının yanında başlayarak 7 yaşinda Kur‘an-i Kerim‘i hatmetmiştir. Sonra Baykan Müftüsü Molla Muhyiddinden ilim tahsili görmüştü. Daha sonra Muş ilinin Demirci köyünde Hazretin torunu Şeyh Nasr‘dan daha sonra Molla Ramazandan ders almişti. Dayisinin oglu olan ve sonradan halifesi olacak olan Seyyid Molla Abdulbaki‘nin derslerine ise 5 yil Dilbey köyünde devam etmişti. Bu kiymetli alimlerden sarf, nahiv, mantik, belagat gibi alet ilimlerinin yaninda tefsir, hadis ve fikih dersleri aldi. Babasi Gavs Hazretleri bu yillarda "inşaallah Imam-i Rabbani Hazretlerini geçersin" diye dua etmişti. Daha sonraki yillarda ilimle birlikte babasi ve mürşidi olan Gavs Hazretlerinden tasavvuf egitimim alarak 1968 yilinda Nakşibendi Halifesi olmuştur. Halifelik emri gelince Gavs Hz.leri Şeyda Hz.lerini Ahmed Haznevi Hz.lerinin oglu Şeyh Alaaddin‘in yanina götürdü. O da Şeyda Hz.lerini çok büyük veli, Allah dostu ve erkek oldugunu, halifeligin Ravza-i Mutah-harâda Hz. Rasűlüllah‘ın manevi huzurunda verilmesinin daha uygun olacagini söyledi. Gavs Hz.leri de onun emrini yerine getirdi. 1972 yilinda babasinin vefatiyla irşad görevini kesintisiz 21 yil devam ettirmiştir.
AHLAKI
Şeyda Hazretlerinin (k.s.) en belirgin vasfi sabir, tevazuu ve hilmdi. Kendisi hiçbir zaman hiç kimseye karşi kirici bir harekette bulunmamiş, kin duymamiştir. Binlerce kişi etrafinda pervane olurken kendisinde kibir ve kabaliktan eser görülmezdi. Şeriata aykiri olmadigi takdirde kimseye şunu yap veya yapma demezdi. Günahkar veya itaatsiz demeksizin herkese karşi güleryüzlü ve güzel ahlakliydi.
ŞAHSIYETI
Şeyda hazretleri hakiki iman ve takvaya sahip olup, iki cihanin saadet ve kerametine ulaşmiş, mukerrabűn makaminda Allah‘u Teala‘ya en yakin bir hidayet önderidir. Amelleri temiz, makami ali, tevhidi temsil ve tarif eden halkin en hayirlilanndandir. Rab-binden razi ve onu sever Rabbi de ondan razi ve kendisini sever. Yüce Yaradan‘a o nurla ruhunu teslim etti ve inşallah o nurla mahşere gelecek. O canini Allah-u Tealaya feda etti ve onun zikrinde fani oldu.
Seyda hazretleri kiyamete kadar bu dini ihya ve ikame eden Hz. Resulullah‘in varis ve halifelerinden-dir. Muhammedi nuru yaydi, sünneti ihya ve kullari Islah etti. O, Resulullah‘in âli ve en yakinlarindan olup bu hale iman ve takva bagiyla ulaşmiş olup ne-sebçede ehli beytindendir. Allah (c.c.)‘m seçtigi kalbleri aydinlatan, insanliga yol gösteren, yeryüzünde emin Rabbani alimlerdendir. Nazari şifa, sözleri deva, meclisleri safi safadir. Kalbi takva madeni ve ilahi aşk menbaidir. O zikrin anahtari olup, kendisini gören, iman ve sevgiyle seyreden Allahu Teala‘yi hatirlar. Kalbi dünyadan kopar, ahirete yönelirdi. Hazretin özündeki ilahi nur, gözlerinden dişari yansir, yüzünde secde ve huşu eseri görülürdü. O her işini Allah için yapar, Allah için sever, Allah için kizardi. Nefsi ve dünya adina bir hesabi, ilahî rizanin dişinda gizli bir hedefi yoktu.
O Allahu Teala‘yı kullarına, kulları da Allahu Teala‘ya sevdirdi ve âleme ilahi sevgiyi sergiledi. Bütün âlem için rahmetti. Dayanılmaz bela ve musibetlere karşı bir emniyetti. Yaptığı ve yaptırdığı zikir, naz ve niyazlar hürmetine hem kalpler hem kainat fesattan kurtuldu, Allah Allah dedikçe Allah Teala âleme rahmet nazanyla bakıp günahkarlara mühlet tanıdı. O Allahu Teala‘nın melekleri arasında övdüğü ve kendisiyle övündüğü, Peygamberlerin kıyamet günü iftihar ettiği kimselerdendir. Hazreti, Allahu Teala sevdiği gibibütün âlem ve eşya da tanidi ve sevdi. Ancak kafir ve münafiklar hariç. Onlar da ahirette pişmanlik ve perişanliklarindan dolayi ellerini isirir, ah-u vah ederler.
Seyda hazretlerine ilm-i ledün‘den büyük nasib verilmiştir. Hanegahlari manevi cennet mesabesinde idi. O, şeriat ve tarikat‘in camiidir (ikisini bir arada bulundurmuştur).
Hasılı kelam, Allahu Teala‘nın Evliyasının en ileri gelenlerinden ve faziletlilerindendir.
Onun güzel ahlakını gören herkes yaptıklarından pişman olur, hemen tevbe etmek isterdi. Yanına gelenlerde çok hızlı ahlakî değişim görülürdü. Ziyarete gelenlere öyle davranırdı ki sanki insanlar onun yanına değilde başka bir sebeble toplanmışlar. Hizmet etmeyi ve hizmet edeni çok severdi. Bizzat çorbanın ateşini yakar, sofilere çorba taşır, misafirleri yemek yemeden ve ağırlamadan geri yollamaz, sofiler yemek yemeden kendisi yemezdi. Misafirperverliği o derecedeydiki hanelerinde hizmet eden erkek olmadığı taktirde kendisi bizzat ikram da bulunurdu. Ayrıca çalışkanları çok sever, herişte bizzat çalışanlara yardımda bulunurdu.
Önceki Nakşibendi büyüklerinin büyük-küçük demeden evlatlarina hürmet ve edebde kusur etmezdi.
Seyda hazretleri herkese anlayışına ve aklına göre hitabederdi. Yoksul kişilerle konuşur, hal ve hatırlarını sorar, ihtiyaçları varsa hallederdi.
Kendilerine karşi yapilan bir haksizlikta fitne çikmasin diye hakkindan vazgeçer, olaya sabrederdi. Dünya malina önem vermez, muhtaç olanlara gücünün yettigi kadar yardimda bulunur, dul ve yetimlere bizzat yardim ederdi.
Talebeyken yabancı köylerde açlıktan rengi değişir ben açım demez, sabrederdi. Zulme uğradığında şikayette bulunmazdı.
Onun döneminde Menzil Dergahı adeta bir sehâvet, uhuvvet ve ihlâs merkezi durumundaydı. Ondan etkilenen bağlıları birbirlerine kızmaz, en ufak kusurda özür ve helallik dilerlerdi. İnsanlar huzur ve kardeşlik içinde İslanıı öğrenmeye ve yaşamaya başlamışlardı.
TEVAZUU
Çocuk yaşlardayken arkadaşlariyla oynamayor, büyükler gibi davraniyor. Annesi "Arkadaşlarinla niye oynamiyorsun" diye sorunca "Benim boş ve faydasiz işlerden keyfim gelmiyor" diyor. Halife oluncaya kadar kimse onun Gavsin oglu oldugunu bilmiyordu. Dergahin hizmetçisi saniyorlardi. Askere gidinceye kadar siyah yün bir sarik sariyordu. Şeyda Hz.leri Gavs Hz.lerinin sagliginda Tevbe verirken, teveccühe giderken hayasindan ve edebinden cübbesini koltugunun altina sokup Öyle gidip geliyordu. Gadirde iken devamli Idegirniende çalişirdi.
AMEL VE TAKVASI
Seyyid Muhanımed Raşid (k.s.) hazretleri, ilim tahsil eden ve ilim öğretenleri çok severdi. İlim tahsili hususunda kişinin kendi cemaatından olup olmamasına bakmazdı. Bir defasında talebelerinden birine şöyle söyledi: "Ey Allah‘ın kulu! Bir talebe yetiştirmek bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe varisu‘l enbiya olursa... Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük alimlerden öğreniniz. Herkesten fetva sormayın. Çünkü memlekette fetva verecek kimse çok azdır. İlimle meşgul olan kimse dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor. İlim olmadığı zaman cehalet olur. Cahilin abidi de sofisi de hüsrandadır. Siz Osmanlı‘ya bakınız. Ne idi ne oldu. Sultan Abdülhamid arif-i billah idi. Başa geçer geçmez memlekette talebe yetiştirme seferberliği başlattı.
Camiye ve cemaata çok bağlıydı. Hasta olduğu zamanlarda dahi cami ve cemaatı terk etmez bazan inler gene camiye gelirdi.
Seyda hazretleri farz ve vacib ibadetlerinin dişinda nafile ibadetlere, bilhassa geceleyin yapilan amellere çok önem verir, sofilere gece namazina kalkmayi tavsiye ederdi.
Vitr namazım gece teheccüd namazıyla birlikte kılardı. Kuşluk namazını normalde dört, Ramazan ayında sekiz rekat kılardı.
Gecenin çok az kısmını uyku ile diğer zamanını güneş doğuncaya kadar ibadetle ihya ederdi.
Ramazan ayında amelini arttırır, gece ve gündüz olmak üzere günde 2 defa teşbih namazı kılardı. İlk onbeşgün teheccüd namazını ehli beyti ile, son onbeş günü camide cemaatla kılar, Ramazanın son on günü gecesinde uyumayarak, Kadir Gecesine vasıl olmaya çalışırdı. Diğer zamanlar günde bir cüz Kur‘an-ı Kerim okurken, bunu Ramazan ayında iki günde bir hatim indirmeye kadar fazlalaştırırdı.
Ramazan ayı orucu dışında Şevval ayı orucunu, Arefe günü orucunu ve Muharrem orucunu hiç terketmezdi.
Hangi şartlarda olursa olsun Hatme-i Hacegan-i yapmaya çalişir ve yakinlarina da (baglilarina da) tavsiye ederdi.
Daha önceki Sadatlarm evladına çok hürmet ederdi. Şahı Haznenin torunlarından 5-6 yaşında bir çocuk geldi. Şeyda Hz.leri onun elini Öptü. Bu çocuk Seyda Hz.‘lerinin yanına geldiğinde Şeyda Hz.leri ayağa kalkardı. Yine Afyon‘a Şah-ı Haznenin evlatları gelmişti, alt katta divanda kalırlarken Şeyda Hazretleri üst katta sabaha kadar yatmamışlardı.
Seyda Hazretleri meczublarla şakalaşir, onlarin hatirlarini sorardi.
ŞEFKAT VE MERHAMETI
Gelen herkesle ilgilenir, güleryüz gösterirlerdi. Yoksullarla konuşur, hal ve hatirlarini sorardi. Kendine karşi yapilan haksizliklara ses çikarmaz, kendi hakkindan vazgeçerdi. Hatta kendisine suikast yapan kişiyi bile affetmişti. Afyon‘da kalirken çok üzüldügünü söylemiş ve sebebini şöyle açiklamişti: "Gelen misafirlere ikramda bulunamadigimiz için çok üzülüyorum. Uzaktan aç gelip, aç gidiyorlar inşallah önümüzdeki sene gelen misafirlere yemek verebilecegiz. Yine Gavs Hazretlerinin tarikattan attigi bir haci için "Ben bizzat bu adama babamdan habersiz gittim. Haline acidim. Ayagina giderek hatirini sordum. Üzülerek söylüyorum ki hiç pişmanlik duymuyor ve özür dilemiyordu. Eger pişman olsaydi, babama gelip affedilmesi için ricada bulunacaktim, hatasini tamir etmesine vesile olacaktim" diye buyurmuştu. Gavs Hazretleri "Muhammed Raşidimiz bir kimseye kizdimi gidip yatiyor, kimsenin kalbini kirmak istemiyor" buyurmuşlardi. Veda sohbetinden sonra dinleyenlere "sizi ayakta tuttum, yoruldunuz, hakkinizi helal ediniz" diye buyurmuşlardi.
HAC ZİYARETİ
İlk hacca halife olunca 1968 yılında gitmişti. İkinci defa hacca 1975 yılında gitmiştir. Yolda hatmeyi hiç bırakmadılar, arabaları toplayıp ortasında hatme yaptırıyordu. Oradada irşada devam etmiştir. Mekke ve Medine halkına hürmet edilmesini isterdi. İbadete çok devam ederdi.
İRŞAD
Daha önceki büyük mürşidler gibi Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) de Ümmet-i Muhammedin Allah Teala‘ya teveccüh yeri, ümit kapisi ve tevbe vesilesi idi. O ulu zat hayatini yaklaşik son yirmiiki senesindeki irşadi boyunca hergün yüzlerce hafta sonlarinda ve özel günlerde binlerce kişiye Allah adina tevbe veriyor, dogru yoldan ayrilmayacaklarina dair söz aliyordu. Irşadinin ilk yillarinda tek tek tevbe verirken ileriki yillarda kalabalik arttigindan iki elini uzatarak sigabildigi kadar insanlara gruplar halinde tevbeyle bey‘at veriyordu. Kişiler grup grup, önüne diz çökerek, onun söyledigi tevbe sözlerini tekrarliyor, sonra da bu sözlü tevbeyi sünnet-i seniyede tarif edildigi gibi, abdest ve gusl abdesti alarak kilacagi iki rekat tevbe namazi ile saglamlaştiriyordu. Daha sonra bu şahislar usulünce Allah‘i (c.c.) zikrederek ve diger nafile amelleri ögrenerek sünnet-i şerife uygun, ihlas ve tevazu içinde dinini yaşamaya gayret gösteriyordu.
İkamet ettiği Adıyaman‘ın Kâhta kazasının Menzil köyü yerleşim yerlerinden uzakta olmasına rağmen insanların, Allah‘ın yardımı ve fethi, Rasulullah (a.s.)‘m bereket ve feyzi ile akın akın gelmesiyle devamlı kalabalık bir şehir görünümünde, şen ve hareketli idi. Sadece Türkiye‘den değil diğer İslam ülkelerinden hatta Avrupa‘dan gelerek tevbe yapıp intisab edenler oluyordu.
Hazret, Allah Teala‘nın kıyamete kadar açık tuttuğu tevbe kapısından kim gelirse, kılık-kıyafetine, sa-çma-başına değil zahiren de olsa tevbe niyetine bakıyor, tevbe için diz çökme anlayış ve tevâzusunu gösteren herkese el uzatarak, tövbe veriyordu. İsteyene zikrullah (gizli zikir) usulünce tarif ediliyordu.
Görünürde herhangi bir kimseyi oraya çekecek cazibe olmadığı halde insanların ona teveccühünü ve gruplar halinde tevbe edişini, daha güzel yaşamak için dine yönelişini görenlerin akılları hayrette kalıyordu. Zira Hazret bu davetini ve irşadını sözlü olarak değil, mânevi nazar, Rabbani hal ve bizce farkedilmeyen ilahî bir cezbeyle yapıyordu. Onun yaşadığı hayat ve hal Allah adına bütün meramını anlatmaya kafi geliyordu.
Ümmeti icabet ve ümmeti davete rahmet olarak gönderilen Rasulullah (s.a.v.)‘in tam varisi olmasının alameti mü‘min-kafir herkese, her kesime tevbe ve intisab kapısını açık tutmasıydı.
O‘nun derdi Allah (c.c.)‘tı. Davası kulluktu. Cihadı ıslahtı. İstediği; ihlas, sevgi ve gayretti. Allah rızası için ve samimi niyetle yanına giden herkes, Allah yolunda ondan bir nasib almış ve muhakkak bereketlenmiştir. O‘nu şahid tutarak Allah‘a tevbe edenlerin ekseriyeti, tevbesinde sadık kalmaya ve İslamı Allah ve Resulünün istediği gibi yaşamaya çalışmıştır.
Bu zamana kadar kendisinden rahatsız olanlaı Allah düşmanları olmuştur. Hakkında mahkemelere duyurulan bütün suç ve suçlamalar şunlardı:
"Bu zat, etrafında kalabalıkları topluyor!"
"İnsanlar akın akın gelip, ziyaret ediyor, elini öpüyorlar!"
"Herkese tevbe ettirip, zikir öğretiyor!"
"Milleti içki ve uyuşturucu gibi şeylerden tövbe ettirip, tekel satışlarının düşmesine ve devletin zarar görmesine sebep oluyor!" v.s.
O ise, bütün teveccüh ve nazarını bu tür itham sahibi şaşkınlara değil, Allah Teala‘nın açtığı tövbe kapısına koşan aşıklara dönderdi ve Nur Ceddi‘nin (s.a.v.) garib kalmış ümmetine, O‘na vekaleten, bereketli ellerini uzatıp tevbeye davetine devam etti. Talebelerine:
"Allah‘a gelin, Allah‘a dönün, O‘na gideceğiz, O‘na gidiyorum" diyerek bir sonbahar günü Rabbi Kerim‘inin:
"Ey mutmain olmuş nefis (sahibi kulum): Sen Rabbinden razi, Rabbin de senden razi olarak O‘na don. (Gel, salih) kullarimin arasina katil. Gir cennetime!" davetine uyarak aramizdan ayrildi. Allah bizleri şefaatından mahrum etmesin.
|
SEYDA HAZRETLERININ MENKIBE VE KERAMETLERİ
Gavs Hazretleri kendi eliyle yetiştirdigi, hem zahiri (şer'i), hem de batini ilimleri Ögretip manevi makamina varis biraktigi ogluna kendisi henüz hayatta iken dergâhin bir çok işini tevdi etmiş olup çogu zaman birşey soruldugunda "Gidin Raşid'e sorun" diye buyururlardi. Gavs hazretleri (k.s.) bir sohbetinde; "Kendi yerine kendinden daha büyük bir şeyh birakmadan vefat eden mürşid, indallah'da mesuldür" demişlerdir. Vefatlarindan Önce bu sözü hatirlayarak: "Elhamdülillah, biz bunu yaptik. Raşid bizden büyüktür" diyerek Mu-hamnied Raşid (k.s.)'in manevi yönden, kendilerinden daha büyük oldugunu belirtmişlerdir. Anlatıldığına göre Gavs hazretlerine (k.s:) bir meselenin nasıl yapılacağı sorulunca tebessüm ederek: "Siz onu Muhammed Raşid (k.s.)'e sorun. Bizim mühendisimizde odur. Benim kanaatimce dünyanın bütün mühendislerini getirseniz, Muhammed Raşid'in akli gibi olmaz. Ben onlarin gönüllerinin kirilmasini istemedim. Siz Muhammed Raşid'in dedigini yapin" derdi.
* 1974-75 yılında şikayet üzerine gelen subayla şu konuşma olmuştu. Subay Seyda Hazretlerine "Muhammed Raşid sen gençsin yakışıklısın, güzelsin ne diye sen bu gençliğini heder ediyorsun, bu işe başlıyorsun. Sonu yoktur bu işin. Bir fayda olmaz. Hiç bir şeyin de yok. Gel bu işten vazgeç. Biz de senden vazgeçelim. Bu kadar seni rahatsız etmeyelim." Seyda Hazretleri cevaben "Komutan biraz sabret. Eğer bizim gayemiz Allah rızası ise bu iş devam eder ne sen, ne ben hiçbir kişi bu insanları dağıtamaz. Eğer gayemiz Allah rızası değilse birkaç gün sonra kimse benim kapımı çalmaz. Kimse de senin yanına gelmez. Hiç kimse ne beni, ne de seni rahatsız etmez. İkimiz de evimizde rahat ederiz" dedi.
* Gavsın (k.s.) vefatından sonra sadıklardan biri şu rüyayı görür: Resulullah (s.a.v.) Sahabe-i Kiram ve Sadatların hazır olduğu mecliste dediler: -Gavs (k.s.)'ın zahirinden ve batınından Seyyid Muhammed Raşid hazretleri (k.s.) hariç kimse pek bir şey anlayamadı.
* Genellikle teveccüh olduğu günlerde çay verilirdi. Bir sabah halife iken Seyyid Muhammed Raşid hazretleri (k.s.) demlenmiş çay ve şeker getirip sofiye verdi. Herkese üçer bardak dağıtmasını emretti. Ben bu çay, bu kadar insana yetmez diye içmeyip sonunu bekledim. Baktım ki herkes üçer bardak çay içti. Sıra bana geldiği zaman soğumuştur diye gönülsüz olarak aldım. Baktım ki, çay ocaktan yeni inmiş gibi sıcak. Demliğe baktım daha yan bile olmamış, şekerde aynı. Bu halleri görünce ehhıllah'ın kadir ve kıymetini bilip edepli olmaya gayret ettim.
* Bir gün Gavs hazretlerini (k.s.) ziyaret için iki kişi geldi. Hz. Gavs (k.s.) bunlara memleketlerinin ismiyle hitap edip, iltifat etti. Birisi dedi:
-Efendim, bu benim kardeşimdir, delidir. Biz bunu zincirle baglariz, derdine tibben bir çare bulamadik, en son doktor "Bu bizim işimiz degil, bunu ancakhocalar iyi eder" dedi. Biz de sizin isminizi duyduk ve geldik. Ben ömrümü gafletle geçirdim, yalnız dün gece bir rüya gördüm, rüyamda tanımadığım, iri vücutlu, siyah sakallı, cübbeli, sarıklı ve nurani bir zat odama girdi ve baş, şehadet ve orta parmaklarının üçünü birden kalbime vurarak, kalbimden yumurta büyüklüğünde simsiyah bir şey çıkardı. Kalbim hala ağrıyor, ama kalbimde bir iz yok. Gavs hazretleri (k.s.) bu sözleri dinledi tebessüm etti: "Allah (c.c.) şifalar versin, inşallah iyi olur." buyurdu. Zincirlerden kurtulan hastayla Gavs (k.s.)’in elini öperek çiktilar. Agabey: "Rüyamda gördügüm zat bu degildi. Burada başka şeyh var midir? diye sordu. Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) gösterilince şaşirarak rüyada gördügü zatin o oldugunu söyledi. Hemen gördüm ve kalbindeki yumurtayi siz çikardiniz" dedim. O da eliyle işaret ederek: "Sus Allah (c.c.) her şeye kadirdir. O'nun fazlu ihsani çoktur." deyip beni susturdu ve hastaniza Allah hayirli şifalar versin." deyip bizi ugurladi.
* Hocanın birisi rüyasında Hz. Rasûlüllah'ı görüyor, şu şekilde buyuruyor "Benim öyle bir oğlum varki Allah (cc) benim ümmetimin bir kısmını onun hatırına vermiştir. Şu anda divanda sobanın yanında üzerinde siyah bir örtüyle yatıyor." Hoca hemen gidip bakıyor ve o kişinin Şeyda Hz.lerinin olduğunu görüyor.
* Bir gün Şeyh Muhammed Arapkendi (k.s.) yörenin taninmiş ulemasindan Molla Nuri'ye misafir olmuş. Ben de ziyarete gittim. Akşam sohbetinde dediler: -Bize gereken şudur. Boyunlarimizi uzatalim, Şeyh Abdülhakim'in (k.s.) manevi mirasçisi Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) üzerimize basip geçsin, çünkü Nakşi Tarikatinin şerefi bugün onlardadir. Itiraz edenler oldu. Cevaben: -O Gavs olmasaydı, Şeyh Muhammed Raşid (k.s.) böyle olmazdı, buyurdu.
* Birgün Menzil'e gidiyorduk, varmamıza kırk dakika vardı, o sırada akşam oldu. O sıralarda Şeyda hazretleri (k.s.) akşamla yatsı namazı arasında sohbet ediyor, bizde kitap haline getirmek için banda alıyorduk. Bir an önce sohbete yetişmek için arkadaşlardan rica ettik, Şeyda hazretlerinden (k.s.) himmet isteyinde vaktinde varalım, diye. Gerçekten sohbet yeni başlarken köye vasıl olduk ve banda aldık. Ertesi gün Diyarbakır'a geri dönerken arabanın kilometre saatine gözüm takıldı. Her zaman Diyarbakır çıkışı kadranı sıfırlardım, kaç kilometre yaptığımı bilirdim. Daima 152 kilometre olarak ölçerdim, fakat bu defa 142 kilometreyi gösteriyordu. Göstergemi bozuldu diye düşündüm fakat Diyarbakır'a dönüşte yine 152 kilometre katettim. Demek kilometre kadranı bozulmamış, Şeyda hazretlerinin (k.s.) himmetiyle yol 10 kilometre kısalmıştı.
* Seyda hazretleri (k.s.) babası Gavs hazretlerinin (k.s.) vefatından sonra ilk defa Kasrik'e gittiğinde hocaları ve sofileri camiye toplayarak: "Benim babamı sevenler Allah (c.c.) rızası için seviyorlardı, bizde kabiliyet varsa onun yolundan gitmeye gayret göstereceğiz. Eğer kabiliyetimiz yoksa doğru yoldan ayrılmamıza sebeb olursanız Hz. Peygamberin (s.a.v.) huzurunda sizden davacı olurum" diye dört defa buyurdular. * Yine Seyda hazretleri (k.s.) kayınbiraderine hitaben: "Hacı, biz bu yolda hiçbir şey yapmamışız, biz ise kaşığımızı alıp yiyoruz" diye buyurmuşlardı.
* Birgün 83 yaşinda bir zat Seyda hazretlerinin meclisine geldi. Bu zatin bazi söz ve hallerini oradakiler begenmeyip tenkid ettiler. Bu zat o zaman şöyle demişti: "Ben bu yaşima kadar dinin hiçbir emrini yapmadim. Aşin derecede sarhoş oldugum birgün, dostlarim beni buraya getirmişler ve Şeyda hazretlerinin (k.s.) elini öptürüp banyo yaptirdiktan sonra caminin altina yatirmişlar. Sabah uyandigimda tanimadigim bir çevre ve insanlarla karşilaştim. Şeyda hazretlerini (k.s.) gördügümde ayak parmaklarimdan bir nur girip bütün vücudumu kapladi. Bu nur beni o halimden bu halime çevirdi. Ben şimdi onyedi günlügüm." Işte evliyanin nazari cezbeyi dogurdu. Cezbe de ilahi aşk ve muhabbeti meydana getirerek bu kişiyi, Allah (c.c.)'a dönüp, dinini ögrenip yaşayan biri haline getirdi.
* Batı vilayetlerinin ileri gelenleri toplantı halin-delermiş. Sofra kurulmuş. Alkol almayanlara diğerleri "Niçin alkol almıyorsun, yoksa sen de mi Adıyaman'a gittin" diye soruyorlarmış. Gerçekten bu darbımesel haline gelmişti. Menzile gidip tevbe edenin sifatinda Islam nuru, anlakinda Hz. Resulullah'm ahlaki tecelli ederek Şeyda hazretlerinin (k.s.) baglisi oldugu gözlenirdi. * Bir gün Şeyda hazretlerinin (k.s.) meclisinde bir zatla taniştik. O zat şöyle dedi: "Ben 55 yaşindayim, islam adina iki şey biliyorum: Birisi, Allahu Ekber, digeri Bismillah. Hayatta işlemedigim günah kalmadi. Maddi yönden durumum çok iyi, amma hayattan hiç tad alamiyorum. Hind fakirlerine gitmeyi düşünüyorum. Bu zati duydum, yanina geldim. Ben de insanlar gibi gülmek, eglenmek istiyorum. Ruhi sikintidan dolayi perişan haldeyim. Bu zatı Şeyda hazretlerinin (k.s.) huzuruna çıkardılar. Şeyda (k.s.) dedi: "Tevbe et, Allah her şeye kadirdir." O zat tevbe etti. Akabinde namaza başladı ve üç ay içerisinde haramı helali öğrendi. O zat hal ve cezbe sahibi sofilerin meclisinden ayrılmazdı. Ona: Sen bu cezbeli sofilerden ne fayda görüyorsun?" diye soruldu. O şöyle cevap verdi: "Onlar ellerini bana değdirseler, bağırıp çağırsalar benim kalbime ilahi aşk ve muhabbet geliyor" Bu zat evliyanın nazarı, tekkenin bereketi ve sofilerin muhabbeti olmasa idi ne ile istikâmet sağlardı.
* Seyda hazretlerinin (k.s.) mürşidinin mürşidinin mürşidi Şeyh Muhammed Diyauddin (k.s.)'in beldesi Nurşin hakkinda Üstad Bediüzzaman (k.s.) Arapça Mesnevi-i Nuriye'nin Hubab risalesinde şöyle buyururlar: "Eger istersen hayalinde Nurşin Karyesinde-ki (köyündeki) Şeyda'nin meclisine git, bak orada fukara kiyafetinde melekler, padişahlar ve insan elbisesinde melekleri bir sohbeti kudsiyede göreceksin. Sonra Paris'e git. Göreceksin ki akrepler insan suretinde ifritler adem suretinde olmuş." İşte Seyda hazretleri (k.s.) ömrü boyunca bu zatların yolunu devam ettirmekle uğraşmıştır.
* Gavs Hz.leri (k.s.) rahatsızlığının ileri safhaya ulaşmadığı bazı zamanlarda şöyle buyururlardı: " Şah-ı Hazne'den (k.s.) az bir zaman sonra onun bölgesinden birisi kalkacak ki; en az Şah-ı hazne (k.s.) yi yüz misli geçecek. Keşke biz onun zamanında yaşayıpta ona bir hafta müridlîk yapabilse idik. Burada Şah-ı Hazne'den (k.s.) murad kendileri, kasdedilen mürşid ise Şeyda Hazretleridir, (k.s.) * Gavs Hazretlerinin sağlığında sıkıntılı bir rüya görmüştüm. Ertesi Sabah tabiri için Kasrik köyüne gittim. Teveccüh yapılacağından kalabalık çoktu. Camiye girdim. Şeyda Hazretleri o zaman talebe idi. Birkaç arkadaşıyla oturuyordu. Ziyaret ettim, geri çekildim. Elindeki Kur'an-ı Kerimi açtı, yedi sayfa çevirdi ve şu Ayet-i Kerimeyi okudu "edhulennehüm fi cenneti." Bunun üzerine benim bütün sıkıntım kayboldu.
* Bir gün Menzile bir hasta getirdiler. Şeyda Hz. (k.s.) lerinin evini sordular, bende camiye gelir oraya götürün dedim. Oldukça halsiz, adeta cansiz bir kişiyi arabadan çikarip camiye götürdüler ve yatirdilar. Şeyda Hz.leri (k.s.) geldi, namazini eda ettikten sonra hastanin yanina yaklaşti. Dua okuduktan sonra elini hastanin başina koydu ve ayagina kadar gezdirdi, hasta sahiblerine döndü: " Allah şifa versin, saglik Allah'tandir, hastalikta. Biz dua ettik, gerisi Allahu Tea-la'nin bilecegi iştir. Bizim elimizde birşey yoktur." diye buyurdu. Bunun üzerine sahibleri hastalarini alarak hiçbir şey demeden ve teybe de almadan gittiler. Ben de içimden kızdım, niçin böyle inançsız kişileri yolluyorlar. Mübareği rahatsız ediyorlar dedim. Bu olaydan 2-3 gün sonra şöyle bir rüya gördüm: Camideyim ayni hasta yatiyor, fakat çenesi aşagi dogru hareket etti, kulagi uzadi ve büyüdü garip bir şekil aldi. Gavs hazretleri de ayakta kibleye karşi duruyordu. Birden Şeyda hazretleri (k.s.) geldi, hastaya nazar etti, hastanin şekli degişti ve simasi çok güzel bir hale geldi. Uyaninca ferahladim,Seyda hazretlerine anlatayim hoşuna gitsin dedim. Ertesi sabah caminin önüne gittigimde Şeyda hazretleri iki kişiyle konuşuyordu. Yavaşça sag tarafina yaklaştim, rüyami anlatacaktim, dönüp bana bakti, sonra konuştugu iki kişiye şöyle hitap etti: "Bazi kişiler bir rüya görüyor; sanki ne olmuş! Görmüş, gitmiş!". Bunun üzerin utanarak oradan uzaklaştim. Aradan 1-2 ay geçti. Köye bir araba geldi. Içinden 6-7 yaşlarinda bir çocukla bir adam indi. Adami görünce gözlerime inanamadim. Hasta olan şahisti, tamamen iyileşmiş, sihhat bulmuştu. Camiye gittiler, tevbe aldilar. Hastalik hidayete vesile olmuştu. Benim de kalben itirazima büyük bir ders verilmişti.
* Seyda hazretleri (k.s.) birgün Hatme-i Hace-gan'dan çıkmış, caminin Önünde sofiler ziyaret ediyordu. O sırada sırt çantasıyla birlikte yabancı olduğu anlaşılan bir kişi yaklaştı, ziyaret etti, mübarek tebessüm ederek: "Hoşgeldin" dedi. Yabancının ne dediğini anlamadık, birisi tercüme edince Nemrut'u ziyaret için geldiğim, yarın oraya gideceğini söyleyince Şeyda hazretleri (k.s.) dönüşte yine buraya gel dedi, o da söz verdi. Üç gün sonra geri döndü. Şeyda hazretlerini görünce yanına gitti "ben sana söz" dedi. Mübarek tebessüm ederek "hoşgeldin, biz gidip namaz kılacağız, sana namaz yok sen camiye gelme burada kal" dedi. Biz ikindi namazım kıldık, hatmemizi yaptık dışarı çıktık. Yabancı kişi "İslam başka" diyerek kapıya koştu, camiye girdi. Şeyda hazretlerinin (k.s.) önünde ağ-lıyarak tercüman aracılığıyla kelime-i şehadet getirdi ve müslüman oldu. Bir hafta kaldı, islamiyeti öğrendi, temsil yetkisi alarak İngiltere'ye döndü.
* Bir gün dili tutulmuş bir fakih getirdiler. 7-8 gün devamli gezdi. Bir ara bir otobüs gelmişti. Bu fakih şoförü gözlemeye başladi, aniden şoförün yanina geldi. "Dur gitme" dedi. Daha başka kelimeler de söy-ledi. Babasi duyunca çok sevindi. "Bize son çare olarak buraya gelmemizi söylemişlerdi. Çok şükür oglumun dili açildi." dedi. Gadir köyünden Diyarbakır'a alış-veriş için Seyda hazretleriyle (k.s.) getmiştik. Günlerden cuma idi. Cuma namazımızı camide kıldık. Bir ara Şeyda hazretlerini (k.s.) tamemen kaybetmiştim. Namaz bitince baktım iki saf Önümde duruyor. Sen burada yoktun deyince buradaydım dedi, ben de seni burada göremedim dedim. Ertesi gün köye doğru kamyonla yola çıktık. Yolda araba arızalandı. Şoför yedek parça için Kozluğa gitti. Biz de bir köprü altında beklemeye başladık. Bir ara bir pikap geldi, köprüye 1-2 metre kala lastiği patladı. Ben Şeyda hazretlerine (k.s.) söyleyince köprünün altından çıktı. Pikaptakilerle tanıştık. Onlar Şeyh Seyda-i Ceziri'nin (k.s).evlatlarıydılar. Birisi de Şeyh Nurullah Ceziri (k.s.) idi. Şeyda hazretleriyle birlikte oturdular, sohbet ettiler. Birbirlerine sen benim arabamı bozdun, hayır sen benim arabamın lastiğini patlattın diye latife yaptılar. Arabalar tamir edildikten sonra biz Gadir köyüne döndük, onlarda Hz. Veysel Karani'ye gittiler.
* Ayağımda rahatsızlık vardı. Şeyda hazretlerine (k.s.) söyledim, Diyarbakır'a gitmemi söyledi. Ben de bulunduğum yerde halletmeye çalıştım. İlaç aldım, tabii ilaç yapanlara gittim, ne yaptıysam iyileşmedi. En sonunda Diyarbakır'a gittim ve hastalığım iyileşti.
* Gavs Hz.lerinin sağlığında bir hacı efendi gelerek "Efendim ben rüyada Rasûlüllah (sa.v)'i gördüm ve şu senin oğluna (Şeyda Hz.lerine) çok benziyordu" diye söylemişti.
* Şeyda hazretleri (k.s,) Gökçeada'da iken zor şartlar altinda bizi kabul etti. Ortami uygun olmayan bir şirkette çalişiyordum. Muhafazakar bir şirketten teklif geldi. Mübarege anlattim, nasil çalişma olacagini izah ettim. Sordular: Hesaplari kim tutacak, teminat istenecek mi? Ben güven esasina göre çalişacagimizi söyleyince "Zamanimizda dogru tüccar yok ki, hepsi zarar ettik der" buyurdu. Ben de biliyorum dedim. Mübarek: "O şirkete geçme perişan olursun." dedi. Bu sözleri 1984 yilinda söyledi. Ben de girmedim. Daha sonra 1989-1990 yilinda başka bir Islami usulle çalişan şirket kuruldu, izin almak için Mübarege gittim, mesaisinin agir oldugunu, ticaret yapildigini söyledim. "Sen bayan olmayan yerde çaliş, ticaret kolaydir." buyurdular. O şirkete geçtim, iş hususunda hiç zorluk çekmedim, tek başina yüzlerce kişinin yapacagi işin altindan kalkabildim. Bu arada kar-zarar ortakligi yapilan müteşebbislerin hepsi zarar beyan ettiler. Bunlarin içinde islami yönü çok kuvvetli olarak bilinenler de vardi. Ben mübaregin dedigini 10 sene sonra anlamiştim. Bu birinci kerameti idi. Ikincisi ise en karmaşik işlerde dahi duasinin bereketiyle başarili olmamdi. * Şeyda hazretlerinin (k.s.) Ankara'ya teşrif ettikleri zamandi. Binlerce kişi bulundugu yerde toplanmiş tevbe ediyorlardi. Ben de siram geldiginde elini tuttum, tevbeye başladim, sonra başimi kaldirip bakinca hayretler içinde kaldim. Orada o zatin yerinde sadece ve sadece bembeyaz bir görüntü vardi. Tövbe bittiginde tekrar bakinca eski haliyle gördüm.
* Eklem Romatizması denilen ayaklanmı,elleri-mi, boynumu ve bütün vücudumu ağrıtan ve oynatmayan hastalıktan muzdariptim.Tedaviye rağmen yazı yazamıyor,boynumu oynatamıyor yürüyemiyordum.Ömür boyunca hastalığımın devam edeceğine kanaat getirmiştim. Şeyda Hazretlerini (k.s.) ziyaret ettiğim bir sırada yine ağrılarım dayanılmaz bir haldeydi. Ağlıyarak bu sıkıntıdan kurtulmak için Rabbi-me dua ettim. Akşam tevbe aldım , hava serindi, soğuk suyla gusl aldım, sonra uyudum. Sabah namazına kalktığımda ağrılarımdan eser yoktu. O günden sonra bir daha eklem hastalığı görmedim.
* Kocam devamlı içki içiyor, bazen kavga ediyordu. Bu duruma çok üzülüyordum. Doktorlara gittik, fakat çare bulamadık. Devamlı dua ediyordum. Bir ara Güneydoğu'da bir zat varmış giden içkiyi bırakıyormuş diye duydum. Allah'ım benim kocama da nasibet diye dua ettim. Ramazan ayı girmişti; kocam içki içmiyor teravihe gidiyordu. Birisiyle arkadaş olmuş, Menzile götürmeyi teklif etmişti. Kocam kabul etti, gidip geldiğinde içki aklına bile gelmiyordu. Namaz kılıyor, zikirini yapıyordu. Bunun üzerine bende namazımı düzgün kılmaya başladım, örtündüm ve tevbe aldım. Allah dostu sayesinde ailemiz düzene girmişti.
* Hanım arkadaşlarla Şeyda Hazretlerini (k.s.) ziyarete gitmiştim. Bayanlar gece otururken arkadaşım beni pencereye çağırdı. Gördüğüm manzara olağanüstüydü: Caminin üzerinde gövde kalınlığında camiyi kuşatmış şekilde nurdan bir halka ve halkanın tam ortasında gökyüzünde dolunay. Herkesin gördüğü bu manzara bir saat sürdü ve mübareğin camiyi terketmesiyle aniden kayboldu.
* Seyda Hazretlerinin kucagina 5-6 yaşlarinda bir çocuk verdiler. Solgun, halsiz, dili dişari sarkmiş olan çocuk muhtemelen felçliydi. Mübarek çocuga bir şeyler söyledi, tebessüm etti. Bir müddet sonra çocugu yanindakilere uzatti. Herkes sararmişti. Çocuk canlanmişti, kollarini ellerini oynatiyordu. Yakinlari çocugu birbirine veriyor sonsuz bir şekilde seviniyorlardi.
* Bir gece yarısı eve yalnız dönüyordum. Yolumun üstünde bir cami ve avlusunda 6-7 adet mezar vardı. Tam ortadaki mezarın dibinde bembeyaz kefeniyle yatan bir cenaze gördüm.Çok korktum ve ürperdim, hızla eve doğru yürüdüm. Uzun süre bu olayın etkisinde kaldım. Sonraları bunun Şeyda Hazretlerinin himmet ve bereketiyle kabirlerin keşfi hali olduğunu öğrendim.
* Seyda Hazretlerini ziyaretten dönüyorduk vakit geceydi. Bir ara uyuklamaya başladim. Aniden gözlerimi açtim, baktim ki araba uçuruma dogru gidiyor, şoförümüz uyuyor. Birden arabanin bir tarafinda Şeyda Hazretlerini diger tarafinda Gavs Hz.lerini gördüm. Arabayi tutup yola düzgünce birakip kayboldular. Sarsintiyla uyanan arkadaşlar ne oldugunu anlayamadilar. Büyük zatlarin yardimiyla mutlak bir kazadan kurtulmuştuk.
* Seyda Hz.leri (k.s.) İstanbul’daki Hocalardan bahsederken Molla Sadreddin Yüksel'den bahsetti. Ben de çok yüksek âlim olduğunu söylüyorlar deyince: "Evet, Hazretin tekkesinde okumuş, Şeyh Maşuk Hazretlerine (k.s.) yakın damat olmuş çok yüksek alim, sen de ziyaretine git." dedi. İstanbul'a dönünce Molla Sadreddin Hocaefendiyi ziyarete gittim. Sohbet esnasında: Efendim dedim, dünyada çok yüksek ulema var, aynı zamanda mürşid-i kamiller var. Bu ikinciler de hüsnü teveccüh ve cemaat daha çok bunun hikmeti nedir? Cevaben: Ben meşhur bir âlimim, bugün Bayazit Meydanina çiksam arkamda elli kişi zor toplarim. Ama senin şeyhin Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) Hazretleri bir beldeden bir beldeye gitse çevresinde 20-30 bin insan toplaniyor. Bunun sebebi hakikatta Hadi olan Allah (c.c.)'dir, hidayet onun elindedir. Hz. Muhammed (s.a.v.)'e dahi ya Habibim sen istedigini hidayete getiremezsin demiş. Şu halde hidayet sahibi Allah (c.c.)dir, yalniz Allah-u Telala bir kulunu severse ona hidayetten bir nusret bir inayet verir. Allah kimin eline hidayeti verirse o irşad sahibi olur. Ne yapalim ki bu asirda senin şeyhinin eline hidayeti Allah (c.c.) koymuş, Resulullah (s.a.v.) koymuş bunun sirri budur diye açikladi.
* Görevli olarak bir gurup Siirt'ten Bitlis'e gidiyorduk. Arabalarımızı yolun kenarına koyarak Gavs Hz. lerini ziyaret için Kasrik köyüne girdik. Abdest alınan havuzun kenarında Seyyid Muhammed Raşit Hz. leriyle (k.s.) karşılaşdık. Edep, selam ve hürmetten sonra Gavs Hz. lerini (k.s.) sorduk. Yayla'ya gittiğini söyledi. Yayla nerede diye sorunca Kasrikin arka tarafında bulunan dağları göstererek: Dağların en üst kısmındadır. dediler. Gavs Hz lerini görememenin acısı, üzüntüsüyle görevliyiz aşağıda arabalarımız var müsade ederseniz gidelim dedik. Şeyda Hz.leri de size birşeyler yedirelim içirelim sonra gidersiniz dediler. Mecburen beklemeye başladık. Bir saat-iki saat derken ikibuçuk saat geçti. Gele gele ufak ufak doğranmış kabak ve üzerine yumurta kırılmış yemek takdim edildi. İçimden bu yemek çabucak pişebildiği halde bu kadar beklemenin sırrı nedir diye geçirirken bir anda sesler yükseldi: Gavs Hazlerleri geliyor! Gavs hazretleri geliyor! Yemeği yarıda bıraktık, dışarıya fırladık, hakikaten Gavs Hazretleri bir katıra binmiş yanında bir iki sofiyle dağdan iniyor. Sevinçle ziyaret ettik, siz camiye gidin ben geliyorum dediler. Biz camiye gittik. Katırı çeken gözlüklü Abdülcelil isminde kunduracı bir sofi: "Yahu bu gelen sofiler kimmiş! Gavsımız yaylada ziyafetteydi onun için keçi kesmişlerdi, yemeği bırakarak bizi camide misafirler bekliyor onlar elem ve ızdırap içindeyken bizim bunu yememiz olmaz buyurdu ve yayladan Kasrik'e indik" dedi. Burada Gavs Hazretlerinin bizim camide beklediğimizi bilerek gelmesi ve yine Şeyda Hz. lerinin de bu duruma vakıf olarak bizi bekletmesi âlî birer keramettir.
* Özel arabamızla Hacc'a gidecektik. Hazreti Sultanımız bize talimat verdiler, bilahere şu emri verdiler. "Siz karayoluyla gidiyorsunuz, İrak'a uğrayacaksınız Musul peygamberler diyarıdır, orada bir gün kalın. Bağdat evliya-ı izam diyarıdır arada iki gün kalın" Sultanımız Seyyid Muhammed Raşid Hz. lerinin talimat ve duasıyla yola çıktık Musul'da 24 saat kaldık, Bağdat'a geldik, 2 günde orada kaldık. Sonra Küfe, Necef ve Kerbela'ya geldik. Danıştığımız kişiler Kerbela'dan Ammana geçişin 1000 km olduğunu yakıt bulunmadığını ve yolun çöl fırtınasıyla kapandığını söyleyerek tehlike ikazında bulundular. Bunun üzerine yol korkusuyla Bağdat'a geri dönerek 3. günde orada kaldık. Kuveyt vizesi alarak Riyad'a geçtik, oradan da Mekkeyi Mükerremeye geçtik. Neticede onbin km. yol katederek Şeyda Hz lerine kavuştuk, Menzile geldik. Ziyaretten sonra buyurdular: Yolculuğunuz nasıl geçti? Ben: Sultanım tam on bin km oldu, hamdolsun arabamızın lastiğine çivi dahî batmadı. Duanız bereketiyle yolucuğumuz çok güzel geçti. Musulda birgün kaldık Bağdat'ta ... derken buyurdular "Kim dedi sana üç gün kal, ben demedim mi iki gün kal!" Ben yemin içerek Allah şahit Rasulüllah şahit, sözünüzü dinlememek kastıyla değil Kuveyt vizesi almak için zaruretle kaldım deyince yine buyurdular: "Ben biliyorum sen zaruretle üç gün kaldın. Ama sen de bil ben senin ne yaptığını biliyorum!"
* Hac farizası esnasında Medine'yi Münevvere-de 40 vakit namazı Resulü Kibriya (s.a.v.) efendimizin asr-ı saadetteki mescidlerinin hudutları dahilinde eda ediyorduk. Birlikte Molla Muhammet Arapkir ve Molla Muhammed Beşiri isimlerinde iki Nakşibendi Şeyhi vardı. Hayatımda böyle bir lutfa ilk defa mazhar olmam dolayısıyla Resulullah (s.a.v.)'m müjde vereceği içime doğdu. O gece yattım, rüyamda Ravza-ı Mutahharada şebeke-i Resulullah'm huzurundan beyaz bir at çıktı, şahlandı, yere inince at değişti, kayboldu, yerine oturan, beyaz sakallı nurani bir zat halini aldı. Ben Ya rabbi bu zat Peygamber veya Sahabe mi diye düşünürken bana dönerek: "Mürşidine varirsın, hacetini söylersin, ne emir verdi yaparsan muradına erersin" dedi. Menzü'e döndüğümde bu rüyayı Şeyda hazretlerine naklettim: Efendim ben 40 vaktin mükafatını beklerken git diye Mekke'den tekkeye gönderdiler, bu tekke ne zaman bitip te Mekkeli olacağız." dedim. Şeyda hazretleri buyurdular: "Sen İbrahim Hakkı hazretlerinin menkıbesini okumadın mı? Fakirullah'ın kapısına yazmamış mı? Bu kapı Haccül Ekber'dir. Sen her Mekke'ye gideni veli mi olur zannettin? Ama her tekkede salih amel eden veli olur." (Nebinin kadrini bilmek için velinin rızasını tahsil şarttır. Mekke'nin kadrini bilmek için velinin kadrini bilmek şarttır. Veliden terbiye almayan Mekke'nin de Nebinin de kadrini bilmez).
* Rüyamda yüksek bir dağda bulunuyorum. Dağın önünde bir yol var. Bana hitabedildi: "Yeryüzünde hayatta ne kadar Evliya-i Kibar varsa burdan geçecek." Ben de bugünkü Reis-i Evliya'da başlarında geçecek mi? diye sordum. Evet, dikkat edersen görürsün dediler. Beklemeye başladım. Deve tüyü renginde cübbe giymiş bir zat göründü. Yaklaştı, göre göre Şeyda hazretlerini gördüm. Sonra yüz metre sonra bir veli daha, sonra bir veli daha, böylece hepsi geçtiler. Veliler bitince nereye gidiyorlar diye merak ettim, peşlerinden gittim. Bir anda kendimi bir mekanda buldum. Şeyda hazretleri oturuyor karşisinda deve tüyü cübbeli bir veli daha oturuyordu. Ortada üzerinde nu-rani bir yiyecek bulunan sofra bulunuyordu. Şeyda hazretlerinin karşisindaki zat sultanimiza sordu: "Efendim bu zamanin Reisü'l-Evliyasi siz misiniz?" Şeyda hazretleri buyurdu: "Içimizden birisidir" Ben içimden elbette ben degilim diye geçirdim. Karşidaki zat ben Reisü'l-Evliya degilim dedi. Bunun üzerine Şeyda hazretleri: "Ben desem ki Reisü'l-Evliya'yim bu edebe uyar mi?" dedi. Karşidaki zat: "Tamam şimdi belli oldu. Reisü'l-Evliya sizsiniz efendim." dedi.
* Rüyamda Mescid-i Aksa'daydım. Kapının yanında iki tane Peygamber kabri vardı. Onları geçerek Mescid-i Aksa'nın içine girdim. Tabanda iki kat halı vardı. Üstteki halı Hz. Resulullah'ın ayak izlerinin değdiği yerlerde alttaki halıyı gösterecek şekilde kesilmiş gibi boş. Her tarafı gezdikten sonra beni Peygamber kabirlerinin birinin üstüne çıkardılar ve kabir kubbeye kadar yükseldi. Bu esnada Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) hazretlerini bütün Peygamberlerin bulundugu bir odaya aldilar. Ben yüksekte oldugumdan odada olanlari göremiyorum, ancak kapida Ibrahim adinda bir veli var, olanlari bana aktariyor: Şeyda hazretlerine 12 tarikatin zikrini talim ediyorlar, sirasiyla Mevlevi, Rufai, Kadiri, Halveti, Celveti... bütün tarikatlarin zikir usullerini talim ettiler. Sonra Şeyda hazretleri odadan çikti. Peygamberin sandukasi Mescid-i Aksa'nin tabanina tekrar indi. Ben koştum baktim, Şeyhimin sarigina 12 ayri renkte, 60-70 cm uzunlugunda 10-15 cm genişliginde şeritler asilmiş. Her tarikatin zikrini ve reisligini ayri renkte şeritler temsil etmekteydi. Rüyayi Şeyda hazretlerine naklettim, hamdü sena etti. Tekrar anlattirdi. Efendim size zikirleri talim ettiren hangi peygamberdi diye sorunca: "Rüyayi gören sensin hangi Peygamber oldugunu da sen söyle" diyerek olayi kapatti.
* Seyda hazretleri inşaat yaptiriyordu. Ben de bir ara yorgunlukla bir tarafa çekilip uyudum. Rüya görmeye başladim: Rüyamda Cihar-i Yar-i Güzin Efendilerimiz [(Hz. Ebubekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.)] yanyana dört sandukada yatıyorlardı. Sandukaların arasında bir kapı vardı. Ben kapıdan aşağı indim. Sanduka-i şerifler yukarda kaldı. Aşağı kısım arkası kapalı önü açık bir sahra oldu. O sırada Gavs hazretleri (k.s.) çıktı geldi ne yapıyorsun dedi. Ben de Cihar-ı Yar-ı Güzin Efendilerimizin katibiyim, gelen evrakları tashih ediyorum, dedim. Nasıl ediyorsun?" buyurdular. "Efendim evraklar geliyor büyük bir kütüğe kaydediyorum. Sonra, vilayet ismi yazılı zarflara koyuyorum." dedim. Peki sen Hülafe-i Raşidin Efendilerimizin konuşmalarını duyuyor musun? dedi. Ben de bazen duyuyorum, bazen duymuyorum dedim. Uyandım. İnşaata gittim. Şeyda hazretleri halen inşaattaydı. Yaklaştım, Efendim ben bu rüyayı gördüm deyince, o gelen evraklar senin vasıtanla tev-be telkini yapılacak insanların isim listeleridir. Günü gelince o insanlara, bu tarikatı sen telkin edeceksin buyurdular.
* Avrupa'da görevliyken bir genç getirdiler. Eroinmanmış, hastanelerde tedavi ettirememişler. Bana geldiler orada Şeyda hazretlerinin bağlılarının tekkesinde kaldı. Aradan 15 gün geçti. Babası sevinçle geldi, Allah razı olsun oğlum eroini bıraktı dedi. Daha önce uzun saçlı iken bir ay sonra Menzil'de gördüğümde saçlarını kesmiş sakal bırakmış idi. Nasılsın diye sorunca: "Hamdolsun efendim o rahatsızlık bitti çıktı gitti" dedi.
* Yine Avrupa'da iken birçok genç gördüm. Esrar kokain, eroin kullanıyorlardı. Şeyda hazretlerinin irşadının ulviyeti ve kudsîyetiyle hepsi de bu alışkanlıklarını bıraktılar, tevbe ederek sakal bıraktılar, Allah yoluna yöneldiler.
* Medine'de Molla Muhammed Emin hazretleri isminde âlim ve kâmil bir zat vardı. Rusya'yı terkettikten sonra 10 sene Mekke'de 49 sene de Medine'de kalmıştı. Hacca gittiğimizde ziyaretine gidiyorduk. Bir ara rüya gördüm. Rüyada elimde valiz vardı. Bu valizden antika, nadide bir seccade çıkarıp Molla M. Emin'e veriyordum. Bu rüyayı Medine'deki Şeyda Hazretlerinin temsilcisine anlatınca: "Molla Muhammed Emin'e Şeyda hazretlerinin temsilciliğini verelim." dedi. Bunun üzerine kendisine teklifte bulunduk. Molla Muhammed Emin: "Benim bu vazifeye kabiliyetim yok, bu emaneti taşıyamam" dedi. Fakat ısrarımız üzerine kabul etti. Aradan bir yıl geçti. Tekrar Molla Muhammed Emin hazretlerinin ziyaretine gittik. Ben Şeyda hazretlerinden vazife aldiktan sonra durumunun nasil oldugunu sorunca: "Ben daha önce 16 sene başka bir Şeyh'e müridlik yaptim. Fakat şu son bir senede Şeyda hazretlerine baglandiktan sonra durumum çok degişti, halim çok güzel oldu." dedi. Ben bunu nasil farkettigini sorunca: "Eskiden Resu-lullah'tan ilahî beyanlar nakledilince aglamam yoktu. Bir senedir gözlerimden yaş gitmiyor, çok agliyorum. Bundan anlaşiliyor ki bu kapida feyzi ilahî daha fazladir." diye cevap verdi. Hayatının son günlerinde cildinde hafif bir kaşınma ortaya çıkmıştı. Bu yüzden karşısında edebsiz-lik olur diye Şeyda hazretlerini bu dünyada ziyaret etmek nasib olmadı. Ve Rahmeti Rahman'a kavuştu.
* Yurtdışında Şeyda hazretleri adına tevbe veriyordum. Birgün felçli bir hasta getirdiler. Tevbe etti, bayılır gibi oldu. Kendine gelince bağırmaya başladı. Ben ne olduğunu sorunca: "Beni Şeytan'm elinden çok güzel bir zatı muhterem kurtardı." dedi. Araştırınca gördüğü zatın Şeyda hazretleri olduğunu anladık. meti olarak senin yüzünü benim yüzüme benimkini de seninkine benzetti. Allah ondan razı olsun."
* Büyük bir kamu kuruluşunda çalişiyordum. Rahatsiz oldum, bir çok doktora gittim. Şifa bulamadim. Yakinlarim çok büyük bir hastaneye yatirdilar. Doktorlar benden ümidi kesmişlerdi. Tabiri caizse ölümü bekliyordum. Bir gece agladim, yalvardim: "Ya Rabbi senin dostlarindan, sevdiklerinden kimse yok mu? Sen onlardan birisine benim halimi bildirsen de, benim derdime şifaya vesile olsun." dedim. Kisa bir süre sonra sakalli, sarikli nurani bir zati muhterem'in latif ruhaniyeti hastanedeki odama yalniz oldugum anda teşrif buyurdular. Benim vücuduma teveccüh buyurdular, dua okudular. Ve sonra kayboldular. Ben doktorlarin ve ailemin hayreti ve şaşkmligiyla birlikte iyileştim, eski sihhatime kavuştum. Eski normal yaşantima döndüm. Fakat o zati unutamiyor, her firsatta bulurum ümidimi taşiyordum. Bir gün camide bir arkadaş Menzil'de çok büyük bir Allah dostu vardir diyerek Şeyda hazretlerinin resmini gösterdi. Fotografi görünce gözlerime inanamadim, bana gelen zat o idi. Hemen ziyaret için yola çiktim. Menzil'e vardiYine komşularimizdan kendisine cinlerin musallat oldugu bir kadin vardi. Çok rahatsiz oluyordu. Bir-gün benden tevbe vermemi istedi. Gerekli şartlari yerine getirdikten sonra yanima geldi. Bana: "Niçin ne gördügümü sormuyorsun." dedi. Ben sorunca: "Gavs hazretleri ve Şeyda hazretleri geldiler, bana okudular ve rahatsiz oldugum yeri tedavi ettiler." dedi. Aradan yillar geçti bir daha rahatsizlanmadi.
* Yurtdışında çalışıyordum. Çalıştığım yerde eskiden teröre bulaşmış, ateist bir arkadaş vardı. Şeyda hazretlerinden bahsettim. İlgi duymaya başladı. Tasavvufa meyletti, İslami hayat yaşamaya başladı. Bir-gün çalıştığım yere eski sendikacı arkadaşları gelmişti. "Eyvah şimdi ben ne yapacağım dedi." Ben de Şeyda hazretlerinin himmet ve bereketiyle bu işin içinden çıkarız" dedim. Arkadaşım motor bölümünde çalışırken ben sendikacılara yöneldim, onlar beni arkadaşım zannederek: "Merhaba. Seni çoktandır görmüyoruz, sakalda bırakmışsın dediler. On-onbeş dakika beni arkadaşları gibi görerek konuştu gittiler. Arkadaşımda bu durumdan memnuniyetini belirterek yanıma geldi ve şöyle dedi: "Cenab-ı Hak Şeyda hazretlerinin kerağımda nerde olduğunu sordum. Camide dediler. Heyecanla camiye girdim, benim iyileşmeme sebeb olan zat orada oturuyordu. Koştum, ayaklarına sarılmak istedim. Zatı muhterem ayaklarını çekmek için ayağa kalktı, hızlı olarak uzaklaştı, ben de arkasından gittim, sonunda ziyaret ettim. Hatta dışardan bu olayı görenler: "Şeyda hazretlerini bir deli kovalıyor." demişler. Allahu Teala'ya hamd olsun ki manevi olarak görüştüğümüz zatı dünya gözüyle de görerek bağlanmak nasib oldu.
* Babamı Ankara'da büyük bir hastanede ameliyat etmişlerdi. Ameliyatta alınan parça kanser olarak rapor edilmişti. Ben vatani görevimi yapıyordum. Şeyda hazretleri durumdan haberdar edildi, dua istendi. Aradan birkaç ay geçti, babam yeniden kontrol edildi. Bu sefer rapor temiz çıktı. Ağabeyim Şeyda hazretlerini ziyarete gittiğimde mübarek: "Doktorlar yanılmışlar, değil mi?" demiş. Bu olay mübareğin duasının bereketiyle bir keramet olarak tecelli etmişti.
* Seyda hazretleri birgün Gavs hazretlerinin Merkadinin kapisini bizzat tamir ediyordu. Bizler izliyorduk. O sirada bahçede bir meczub (deli) geziyordu. Ben içimden Şeyda hazretleri elindeki keseri birakta bu kadar sofi var bunlar çalişsa diye geçirdim. Tam bu sirada meczub bana dogru gelerek: "Onun Allah'in Rahmetine ihtiyaci yok mu?" dedi. Seyda hazretleri de dönüp benim gözlerimin içine bakti.
* Hac farizasını yerine getiriyorduk. Türk kafilesinden bir kişi dikkatimizi çekti. Yanma gittik, selam verdik, nereli olduğunu sorduk. Adıyamanlı olduğunu söyledi. Bizlerin Şeyda hazretlerine bağlı olduğumuzu öğrenince şu hatırasını anlattı: Ben Adıyaman'da çok süfli bir hayat yaşıyordum. Alkol kullanan arkadaşlarla gece-gündüz birlikteydim. Hanımım Şeyda hazretlerine gitmişti. Bir gece yine alkollüyken masada arkadaşlarım beni tahkir ettiler: "Senden izinsiz karın nasıl Menzil'e gider, onun niçin dersini vermiyorsun?" dediler. Kızgınlıkla eve gittim. Her zaman olduğu gibi beni güleryüzle karşıladı, hizmetimi gördü. Ben bahane bulmak için: "Hanım, ben falan uygunsuz kadınla evlenmek istiyorum, ne dersin." dedim. Eğer evlen derse bana onumu layık görüyorsun diye, yok evlenme derse benim evlenmeme niçin karşı geliyorsun diye dövecektim. Fakat o: "Bey, sen bilirsin." dedi. Ben beklemediğim bu cevap karşisinda ne yapacagimi bilemedim, sinirlendim, dışarı çıktım, motosikletime bindim. Hızla sürerken en son gördüğüm bir kamyonun tamponuydu. Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım. İki bacağım ve bir kolum alçıdaydı. Yüzüm parçalanmıştı. Doktor geldi. Ben doktora teşekkür edecekken: "Bana değil sana gece-gündüz bakan ve devamlı dua eden ve mürşidinden yardım isteyen bu hanıma teşekkür et" dedi. Karım başımın uçundaydı ve her zamanki teslimiyetli ve saygılı tavrıyla hizmet etmekteydi. Ben bu durum karşısında iyileşince ilk işim Şeyda hazretlerine gitmek olsun diye içimden geçirdim. Neticede hastaneden taburcu oldum, Menzil'e ziyarete gittim. Şeyda hazretleri avludaydı. Mü'minler elini öpüyordu. Ben de sıramı bekledim, yaklaştım, tam elini öpecekken sağ elini çekerek arkasına koydu. Sol eline davrandım, o elini de arkasına çekti ve bana dönerek: "Sen bizim kızımızı sahipsiz mi sandın." dediler. Ben bunun üzerine pişmanlığımı belirttim. Mübarek gülerek: "Hadi gel sen de bizim bir evladımız ol" diyerek, tevbe verdi ve bizi kabul buyurdu.
* Seyda Hz.leri babası Gavs Hz.leri gibi daima "Bizim tankımız, topumuz misvak ile tesbihimizdir" derdi. Gökçeadada iken her gün imza attığı defter vardı. Polisler "Biz defteri getirir sana evde imza attırırız, sen yorulma, hastasın" deyince Şeyda Hz.leri "Hayır, madem devletim emretti, hergün geleceğim. Bırakın polisi, en ufak bir bekçinizi bile gönderseniz, ben 100 km de, 1000 km de yaya gelirim" dedi. Yine "Nedir bu kadar mühimmat, asker. Bir bekçi bize haber, yazılı bir kağıt getirseydi biz o emre uyup kendi arabamla, çocuklarımla gelirdim. Bu kadar masrafa, benzine ve zaman israfına gerek yoktu" buyurdular. Yine Gökçeada da iken "Allah'a dua edelim, bizi buraya getirmiş, imtihan ediyor, sabredelim, şükredelim" derdi. "Şimdiye kadar yaptigimiz kullugun on katini yapmaliyiz. Cenab-i Hak sadik olup olmadigimizi imtihan ediyor" buyurdu.
* Buraya kadar bahsedilenler Şeyda hazretlerinin keramet ve menkibelerinden ufak bir kisimdir. Onun irşadi zamamizda yurtiçinde hemen her vilayette ve yurtdişinda birçok ülkede kendisini bir vesileyle taniyan, ziyaret eden, hastasi iyileşen, alkolü ve uyuşturucuyu terkeden onbinlerce kişi mevcuttur. Bunlarin başindan geçenler yazilsa ciltler dolusu kitap eder. Biz burada deryadan bir damla misali birkaç örnek vermekle yetindik.
|
SEYDA HAZRETLERİNİN SOHBET VE GÖRÜŞLERINDEN ÖRNEKLER
NEFİS İNSANIN EN BÜYÜK DÜŞMANIDIR
Seyda hazretlerinin sohbetlerinde en çok üzerinde durduğu konulardan biriside nefistir:
"Nakşibendi yolunun bütün çalışmaları evradi nefsi öldürmek ve yok etmek içindir. Nefis ölüp gittikten sonra her şey düzelmeye başlar. İnsanin evini yıkan en büyük düşmanı kişinin nefsidir. Onun için insanın kendinden haberi olmalı, nefsin tuzaklarına düşmemeye çalışmalıdır. Bir kimse ki nefsini yener. Zikirle, letaifle nefsini ezer, ortadan kaldırırsa, o zaman Allah'la o kimse arasında bir engel kalmaz. Nice çalışıp amelini tamamlayan kimse vardır ki Allah'ın keremi ve ihsanı olmadığı için nefsini yok edememiştir.ü İnsanı helake götüren nefsidir. Firavun, Şeddat ve Karun'un nefisleri büyüdü, büyüdü sonunda ilahlık davasına kalkıştı. Çünkü nefis kendinden üstün hiçbir varlığın bulunmasını istemez. Büyüyüp, yükselecek bir şey kalmayınca -haşa- Allahlık davası etmeye başlar, haddini aşar, azgınlaşmış nefsinin iddiasına uyar. Her şeyden evvel insanin kendini ve yaratilişini tanimasi lazim. Kendini tanimayan Allahu Teala'yi da tanimaz. Kendini tanimasi için evveliyatini, yaradilişini, neyden meydana geldigini düşünmesi lazimdir. Insanin azamet-i Hűda karşisinda bir pire kadar kiymeti yoktur. Her türlü günah, zulüm ve hakaret nefsin büyüklük taslamasi ve kibrinden ileri geliyor. Onun için insan kendini fakir, aciz, biçare, mahzun ve boynu bükük görmeli, kuvvet ve kudretini bulunmadigini, kendinden aşagi bir mahluk olmadigini bilmeli ve kendini adam olarak görmemelidir ki Allahu Teala onu yükseltsin, mertebeler ihsan etsin kibiri, azameti ortadan kalksin." Seyda hazretleri nefsin kötülüğünden bahsederken önceki sadatlardan da örnekler verirdi:
"Bir gün Seyda'yı Tahi'ye bir sofi ziyarete gelmişti. Sofiye şeyhinin sohbetini etmesini söyleyince sofi Şeyhim derdi ki: "Gübre olunmadıkça su üstünde kalınmaz." Bu söz Seyda'yı Tahi'nin çok hoşuna gitti. Vallahi çok doğru bir söz, bundan daha güzel bir şey olmaz. İnsan nefsini gübre etmedikçe su üstünde kalamaz. Gübre hafif olup su üstünde kaldığı gibi insan nefsini hafif tuttukça yönelir su üstünde kalır, ağır tutarsa suyun dibine batar. İnsan nefsini gördüğü müddetçe Rabbine kavuşamaz." "Allah dostları, Allah erleri daima fakir ve mahzunlar arasında olmuştur. Sadatın nisbeti nefissiz ve boynu büyüklerin üzerine olmuş, halifeler onlardan olmuştur. Allah yolu fakirlik ve tevazuyla kazanılır. Suyun yüksek yere akmadığı, daima aşağı, çukur yere akıp doldurduğu gibi, Allah yolu da fakr ve yoklukla kazanılır.
Nefsin sebeb olduğu zararların en çoğu Alemlerin Rabbinin insan vücûdunda yarattığı latifeler üzerinedir. Nefs onları zamanla değiştirerek yaratılış gayesinden uzaklaştırır, dünyaya yöneltir. Bunun için insanın ayağı devamlı nefsin göğsünde bulunmalıdır ki baş kaldirmaya gücü yetmesin, ancak insan kendini aşagi ve noksan gördükten sonra nefs ölür. Nefs devamlı Allahu Teala'nın emirlerine muhalefet ettiği için insan devamlı nefsiyle harb halinde olmalı, nefsin dizginlerini elden bırakmamalıdır. Zira Allah yolu, Allah'ın rızası nefsin istekleriyle bir arada olmaz. Her kim vücudunun rahatını, keyfini düşünerek hareket ederse, o kimse nefsi tarafından helake sürüklenir. Böyle kimse nefsinin elinde esir gibidir; insanın imanını yok eder, ahirette ebedi cehennemlik olmasına sebeb olur. İnsan amelini görmemeli, hep günahlarını görmeli, birşey olmadığını bilmelidir. Çünkü insan amelini görürse kendinde nefs meydana gelir, nefis kabarır. Ama hizmet böyle değildir, insan çalışırsa nefis vücud bulmaz, bilakis kırılıp, rezil olur, alçalır. Vird bitince sevab kesilir, çalışmasıyla ise yapılan iş kaldığı müddetçe sevap devam eder. "Alemlerinin Rabbi; ilticadan, yalvarıp yakarmadan, ricadan hoşlanır. Büyüklük taslamadan ise asla hoşlanmaz. Büyüklük Allah'a mahsustur. İnsan ne kadar hakir, fakir, zelil, Rabbine karşı ne kadar yalvarış ve yakarışta olursa o kadar makbul olur. İnsan hayırlı işlerinden dolayi Ögülürse, kendisinde nefs meydana gelmemesine, kalbine tesir etmemesine dikkat etmeli, aslinin bir avuç toprak oldugunu aklindan çikarmamalidir. Kişi ne kadar zayif, kuvvetsiz, tahammülsüz, sabirsizdir. Birazcik başi, dişi veya karini agrisa aciz oluyor, sabirsizlik gösteriyor. Allah insana el atinca, kuvvetten kesilip yere yikilinca, elleri tutmaz olunca, hastalanip yataga düşünce yaratilmişlarin en ednasi, en acizi oldugunu anlar, însan aklini başina almali, işin sonunu düşünmeli, kuvvetine, erkekligine güven-memelidir.
Mazluma, mülküne, çoluguna, çocuguna, eşine dostuna, akrabalarina aldanmamalidir. Hepsi gelip geçicidir. Yüzünü samimi olarak Allahu Teala'ya döndürüp salih amel işlerse ancak kurtuluşa erebilir. Nefis aynen azgın ata benzer. Dizginleri zapte-dilmeyen azgın at gibi sahibini yere çarpıp parçalar, belki kendisi de beraber parçalanır. Yani hem kendini, hem de sahibini felakete götürür. Ama atın dizginleri sağlam olarak tutulur, ona hakim olunursa, at koşar, yönelir, ağzından köpükler akar ve felakete sebeb olmadan sahibine teslim olur. İşte nefs de böyledir, hakim olunursa insanı Allah'a götürür. Allah'a ancak nefse hakim olursa ulaşılır. Allah'a ulaşmak iki adımdır. Birinci adım nefsin üzerine konur, ikinci adımda Allah'a ulaştırır. İnsan kendini herkesten daha aşağı ve diğer insanları kemalinden üstün bilmelidir. Yaptığı amelleri görmemelidir. Yaptığı amelleri beğenen kimse Allah yolunda ilerleyemez. Amelini iyi gören amelini artırmaya lüzum hissetmez. İnsan amelini görmeyerek nefsini tanımalıdır. Nitekim Sadat-ı Nakşibendi: "MEN AREFE NEFSEHU FEKAD AREFE RABBE-HU (Nefsini tanıyan Rabbini de tanır)" demişlerdir. İnsan kendi nefsini tanımayana kadar gerçek manada Rabbini tanıyamaz. Hazreti Resulullah: "Ey Allah'ım beni kendi gözümde küçült, insanların gözünde büyük eyle" diye dua buyurmuştur.
Allah'ım beni kendi gözümde küçült ki kendi varlığımı nefsimi görmeyeyim, kendimi hep noksan göreyim. Başkalarının gözünde büyült ki beni büyük görüp davetimi kabullenerek iman etsinler buyurmuştur. Bütün kainat uğrunda yaratılan Peygamber (s.a.v.) böyle dua edince, artık insan ne yapmalıdır? Kendini herkesten aşağı görmelidir. Şeyda hazretleri Gavs hazretlerinin bir sohbetlerinde şöyle buyurduklarını nakleder: "Nakşıbendilerinin üstadları bağlılarına hep aynanın arka tarafındaki kusurları göstermiştir. Aynanın ön tarafındaki iyilikleri göstermezler.
Kişi aynanın arka tarafına bakınca da kendilerini iyi görmezler yaptıklarını beğenmezler. Nefislerinin kötülüğünü görürler. Nefisleri vücud bulmaz. Artan amellerini görmezler, amelleri yok diye yakınır, arttırmaya çalışırlar. Böyle olunca Alemlerin Rabbi onların manevi derecelerini arttırır, rızasını nasib eder. Başkalari ise aynanin ön yüzüne nazar eder, iyiliklerini görür, nefisleri vücud bulur, kendilerini büyük görürler. Başkalarinin kusurunu görürler, kendilerini onlardan üstün görürler. Makamlari yükselmez, terakki edemezler. Bazen kazandiklari rütbelerini kaybederler. Bundan dolayi Nakşibendi Sadatlari baglilarini bu türlü kibir ve ucubdan korur, kusurunu gösterir, iyiligini saklarlar." AMEL "Allah (c.c.) yanında en makbul insan takva sahibi olandır, doğru yolda gidendir. İnsanın büyüklüğü, iyiliği ameline göredir. İnsanın ameli ne kadar çok olursa, Allah'a (c.c.) yanında o kadar makbul ve iyilerden olur. Cehennem ve kabir azabından muaf tutuldukları, büyük yaratıldıkları halde Peygamberlere dahi Cenab-ı Hak taat ve ibadet etmelerini emretmiştir.
Onlar da asla muhalefet etmemişlerdir. Şayet etselerdi Peygamber olamazlardı. Allah'ın yanında en makbul kul, en efdal Peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.v.) bile en çok ibadet eder, taatte bulunur ve Hak yolunda eza ve cefaya katlanırdı. İbadetlerinin çokluğundan dizleri şişerdi. Yine de Allahu Teâlâ: "EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU HAREKET ET" diye hitabda bulunmuştu. Bu ayeti kerime inzal oldu. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Beni Hud süresi ihtiyarlattı" buyurmuştur. Hz. Peygamber Allah'tan bu kadar korkar, emirlerine karşı gelmekten çekinirdi. İnsanda Allah'a kullukta böyle olmalı. Kimsenin canı, keyfi çalışmak, ibadet yapmak istemese bile, Allah'ın gazabına uğramamak, cehennem ateşinde yanmamak, ahirette perişan olmamak için yüzünü Allah'a döndürmeye mecburdur. Nasıl dünya hayatında, perişan ve muhtaç olmak İstemi-yorsa ahiret içinde aynı şeyi istemeli, Allah'ın emirlerine uymalıdır. Şayet uymazsa öldüğü vakit Allahu Teala ona azab eder, kabir azabı çeker, sonunda cehennemlik olur. İşte bu felaketlere uğramamak için, insanın yüzünü Allah'a çevirip emirlerine uyması lazımdır ki Allah onu tanısın, Allah dostluğu rahatlıkla olmaz, Allah (c.c.)'a rahatlıkla kavuşulmaz.
Evliyaullah, mürşidi kamiller pek çok amel etmişler, Alemlerin Rabbine çokça taat ve ibadette bulunmuşlar, vücutlarını çok ağır amellerle yormuşlar eziyetler çekmişler, sonra Allah dostu olmuşlardır. Ahiret dünyadan çok daha makbuldür. Ahiret hayatı çok daha uzundur. Ahiretin keyfi ve zevki dünyanınkinden çok daha hoştur. Şu halde insan taat ve ibadette bulunmalıdır. En makbul şeyin Allah sevgisi olduğu bilinmelidir. Allah'a kulluk dünya işinden zor değil, dünya işi kadar yorucu değildir insan yirmidört saatte bir saat yüzünü Allah'a (c.c.) çevirip beş vakit namaz kılamaz mı? Her farz namaz en çok beş dakika sürer. İnsan bunu yapamaz mı? Esasında insan kendini kandırıyor. Yoksa haram yemek istemese yemeye-bilir, zulüm yapmak istese yapmayabilir, fesatlık yapmayabilir, gıybet etmeyebilir. Demek ki hepsi insanın elindedir. Şeytanın silahı yoktur ki insana çevirip zorla kötülük yaptırsın. Şeytanın yapabileceği yegâne şey kalbe vesvese verip kötülüğü telkindir. Hepsi bu kadardır, tüm kuvveti budur. Eğer insan ona uymazsa hiçbir zarar veremez. Fakat insanın canı Allah'ın emirlerine karşı gelmek istiyor, bedeninin rahatını onda görüyor, şeytanda insana yol gösteriyor. Eğer insan Allah yolunu tutar, onunla dost olursa kimseye minneti kalmaz. Kimse ona düşmanlık yapamaz. Allah'a karşı kimse gelemez. Zira bütün kuvvet ve kudret onun elindedir. SABIR "İnsan ne kadar hilim sahibi, ne kadar sabırlı olursa Allah'ın yanında o kadar makbuldür. Çünkü sabır, tahammül ve hilim Peygamber (s.a.v.)'in meşrebidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) hep sabır ve tahammül sahihiydi, hilmi çoktu. Sabır ve tahammülden daha güzel bir şey yoktur. Onun için insan daima sabır ve tahammül sahibi olmalı, gönlü geniş olmalı, uğrayacağı zulüm ve hakaretlere tahammül etmeli, Peygamber (s.a.v.) şeriatına uymalı, onun yolunda gitmelidir. Dünyada bunlardan daha güzel, daha iyi hiçbir şey yoktur.
Sabır Allah'tan, acele ise şeytandandır. İnsan işlerinde sabır ve tahammül sahibi olursa Alemlerin Rabbi de onun işlerini düzeltir, yok eğer acele ederse işinde başarılı olamaz.
DÜNYA
Dünya adamlarından dünyaya gönül bağlayanlardan aslandan kaçar gibi kaçılmalıdır. Dünya ehlinin toplandığı yerlerde Allah bahsi olmaz, dünya bahsi, dünya işi, gıybet bulunur. Buralara devam edenlerin haya ve ahlakı değişir, Allah'tan dünyaya dönerler. İnsan elinden geldiği kadar dünyaya gönül vermemeli dünya ehlinin toplantılarına, sohbetlerine gönül vermemelidir. Çünkü zararı insanın dinine olur, faydası ise hiç yoktur. Toplantılarına gidenin Allah'a sevgisi kesilir, taat ve ibadeti azalır, kendisinde Allah aşkı kalmaz. Dünyanın insanı bozmaması için çok dikkat edilmelidir. Dünya işinde de çalişacagiz,, onu da terketmeyecegiz, fakat ahirete zarar vermemesi için dikkat etmeliyiz.
Dünya muhabbeti Allah muhabbetinden fazla olursa insan tehlikeye girer. Öyleyse Allah sevgisinin daha fazla olmasina dikkat etmeli, Allah düşüncesi kişinin kalbinde olmali, insan daima Allahu Teala'nin rizasini gözetmeli ve tek gayesi Allah olmalidir. Dünya işleri sadece araç olarak görülmeli insanin kalbine girmemelidir. Dünyayi sevmemeli, keyf ve zevkine aldanmamalidir. Her işimizde, virdde, tövbede, taat ve ibadette hep Allah rizasi gözetilmelidir ki kiyamet günü, selamete ersin ve ebedi olarak cennete girsin. Dünya hayatı ebedi değildir, boştur. Dünya hayatı göçebelerin hayatına benzer. İnsanın Ömrü, malı, evladı, gençliği, akrabası hepsi geri alınmak üzere verilmiş birer emanettir. Allahu Teala hepsini geri alacak, insan çıplak olarak ahirete gidecek, ancak üç-beş metre bez götürebilecek ki o da çürüyecek. Dünya malından yanında hiçbir şey kalmayacak. Onun için insan dünyaya fazla kıymet vermemeli, dünyayı dai-,ma arkaya atıp ahireti önüne almalı, insanın gözü hep ahirette, Allahu Teala'nın hoşnutluğunu kazanacak şalin amellerde olmalıdır. İnsan dünyaya mağrur olmamalı, çünkü kendi malı değildir. Ben müslümanım, ben Allah'ın rızasına kavuşmak istiyorum, ben cennete girmek istiyorum diyen kimsenin kalbinde dünya olursa, aradan yüz sene de geçse Allah'a yaklaşamaz. Bilakis Allah'tan uzaklaşır. İnsan dünyayı, dünya hayatını sevdiği ve dünyada kendisine bir zarar gelmesini istemediği gibi, Ahireti de düşünmeli, sevmelidir. Gerçekten ahireti düşünen kimse ahirete dünyadan yüz derece daha fazla önem verir. İnsan düyaya bel bağlıyarak arkasından gitmemelidir.
Dünyanın bahtı yoktur, bedbahttır. Milyon, milyar sahihleri nerede? Ne faydasını gördüler? Dünya malı Allah yolunda harcanmadıktan sonra insanın helakine, imanının tehlikeye girmesine sebep olur. Zira Allahu Teala dünyaya emek verilsin, dünya malı toplansın diye insanı dünyaya getirmemiş, insanı dünyaya kendine kulluk etsin diye, kendine yönelsin diye getirmiştir.
ALİMLER VE İLMİN ÖNEMİ
Alimle cahil kimsenin yaptıkları günahların hesabı bir değildir. Alim kimse bir günah işlediğinde kendisine sadece bir hesap yazılır. Cahil kimseye ise dinini öğrenmediği için helali ve haramı bilmediği, öğrenmeye lüzum görmediği veya Öğrenmekten kaçtığı için iki günah hesabı yazılır. İşlediği bir günaha birisi cehaletinin, bilgisizliğinin, tembelliğinin cezası digeri de işlediği günahın cezası olmak üzere iki günah yazılır. Dinîne zararı olacak şeyleri tembellik ederek veya tenezzül etmeyerek sorup Öğrenmeyen kimse cahildir, ahmaktır. Şayet peygamber (s.a.v.) içimizde olsaydı, gider ona sorardık. Madem ki o yoktur. O zaman iş vekilleri olan alimlere kalır. İnsan dinini öğrenmek için hiç utanmadan sıkılmadan gördüğü alimden sormalıdır. Alimin ona cevap vermesi vaciptir.
KULLUK
İnsanlar çeşit çeşittir. Alimi var, cahili var, evliyası var peygamberi var. Ama iş kulluğa gelince hiç fark yoktur, herkes eşit olarak kulluk emirleri ile mü-kelleftir. Peygamber bile bu emirlere karşi gelemez.
Şayet bir zellesi ortaya çiksa mutlaka cezalandirilir. Nitekim Adem (a.s.) zellesinde öyle olmuştur, yillarca pişmanlik ateşinde yanmiş, aglamiş, sizlamiş, tövbe ve istigfar etmiş ta ki tevbesi Alemlerin Rabbi tarafindan kabul edilinceye kadar. İnsan yapmakla mükellef olduğu şeyleri mutlaka yapar, yerine getirir. Hatta bu ilahi emirle olursa mecburiyet daha kesin olur, yapılması farz olur, vacib olur. Muhalefete izin verilmez. Hükümete karşı olan vatan borcu gibi sorumluluklarında aynı bunun gibidir. Herkes seve seve askerlik yapmaya mecburdur, kimse ben yapmam diyemez. Kaçmak isteyen, kurtulamaz mutlaka yakalanır. İşte bunun gibi insan Allah'ın hükmünden kurtulamaz. Nereye giderse gitsin Allah oradadır. Onun gücü herşeyin üstündedir. Sorumluların ilahi adaletten kaçmaları mümkün değildir. Nereye giderse gitsin Allah'ın vazifeli mahlukları onu bulur, yakalar, zebanilere teslim eder, cehennem ateşine sürüklenecek ve orada suçundan dolayı cezalandırılacaktır.
Öyle ise insan dünya zevklerini, vücût rahatını değil de Allah'ın emirlerine, onun azametini düşünmeli, hükmünün herşeye geçtiğini, bundan kurtuluşun mümkün olmadığını idrak ederek itaatkâr olmalıdır. Bu itaat severek veya zorlama ile de olsa mecburidir. Emirlere uyma farzdır. Eğer insan gerçekten akıllı, bilgili olsaydı, kendini düşünseydi Rabbine yönelir, taat ve ibadetinde kusuru etmemeye çalışır, geçici keyf ve zevklerini ardında koşmazdı. İnsan günah işlemeye niyetlendiğinde Allah'ın azametini düşünmeli, cehennemi gözünün önüne getirmeli ki kendini günahtan koruyabilsin. Hayır işlemeye niyetlendiğinde de cennet nimetlerini gözünün önüne getirirse daha çok heveslenilir. Bu sayılanlar avam (halk) içindir. Havas tabakası (seçkinler) ne cenneti ne cehennemi gözetirler. Onları gözettiği tek şey Allah'ın emirleridir. Madem biz Allah'ın kullarıyız, madem ki Alemlerin Rabbi olan Mevlamız, Halîkimizdir, bizi yaratmıştır, bize düşen onun emirlerini yerine getirmektir derler. İşte Allah dostlarının, büyük velilerin hali böyledir.
TEVBE
Bir gün Seyda Hz.leri "Siz bilir misiniz Gavs (ks) Hazretleri neden böyle büyük bir zat oldu?" Cemaat sükut etti. Şeyda Hazretleri devamla "Gavs Hazretleri tevbe verirken kendisi de tevbe edenle birlikte kendi günahlari için Allah'a tevbe ederdi" diye buyurmuşlardir. Alemlerin Rabbi ilahî kanununda nasil hareket etmemizi gerektigini belirtmiş, gitmemiz gereken yolu göstermiş, yolunu şaşirip sapitanlar için de dönüşü kolaylaştirsm diye tevbe maddesini koymuştur. Insan günah işleyip, emirlere karşi gelipte gönülden pişmanlik duyarak tevbe ederse Allahu Teala onun bu tevbesini kabul eder, günahini affeder. Tevbe çok büyük, çok yüksek mana ifade eden bir lütf-u ilahidir, Alemlerin Rabbinin büyük bir rahmetidir. Tevbe ömrünün büyük bir kısmını ilahi kanunun dışında geçiren kimsenin af dileyerek tevbe etmesi halinde bu zaman boyunca yapmış olduğu günah ve hataların silinmesine neden olarak bir Kerem-i İlahidir. Kulunu böylece temizleyen Allahu Teala'nm keremi bu kadar çok, şanı bu kadar yüce, rahmeti bu derece coşkundur. İnsan yetmiş-seksen senelik koca koca bir Ömrü isyan ve günahla geçirmiş olsa, ne kadar kötü, ne kadar gaddar merhamet ve şefkatten mahrum olsa bile onun bütün kusurlarının tek kelimeyle silen Cenab-ı Hakk4 m rahmet, kerem ve ihsanının hayranı olmamak mümkün değildir. Halbuki biz insanlar ise, hayatı boyunca bize iyilik yapmış bir kimsenin, bir seferlik otsun bize karşı gelmesine, hasmâne davranmasına dayanamayız ve ilk fırsatta o kimseyi ağır bir şekilde cezalandırmakda tereddüt etmeyiz. Allahu Teala insana bu kadar kolaylıklar göstermiş iken bunlardan istifade etmeden günahlarıyla huzura varan kullarına ne ceza verse gene azdır.
ALLAH DOSTLARI (VELİLER):
Allah dosttan, Allah'ın yanında değerli, makbul kimselerdir. Onların dışına bakın, batınların bilmeyen halk onlan sıradan bir alim zanneder. Diğer alimlerle aralarında bir fark görmez. Onlar "zahirleri halk ile batırılan Hakk iledir" sırrına ermişlerdir. Batınlarının ne kadar yüksek olduğunu, ne kadar kıymetli olduğu-nü insanlığa ne kadar yaraılı olduklarını, İndallah'ta ne kadar makbul olduklarım sadece Allahu Teala bilir, başka kimse bilmez. Alemlerin Rabbi hidayet nasib edeceği kimselere evliyaların gerçek yönlerinden bir nebze gösterir ve hidayetlerine yolaçaı. Fakat velilerin gerçek yönlerini bilmeyenler ve görmeyenler onları basil bir molla veya cahil kimse zanneder. Allah dostları, O'nun izni olmaksızın gerçek yüzlerini kimseye göstermezler. Şayet göstermiş olsalardı, çok kimse hidayete gelirdi. Fakat izinsiz gösteremezler. Alemlerin Rabbinin izni olduğu ölçüde halka yararları dokunur. Allah hidayeti dilediğine verir, Allah'ın muradı yoksa Peygamberler bile hiç kimsenin hidayetine vesile olamazlar. Evliyanın gıybetini etmek, sadatın gıybetini etmek, özellikle Nakşibendi Sadat'ın gıybetini etmek çok tehlikelidir. Gıybet ederek alimin, velinin etini yemek insanı zehirler ve zararı imanınadır. Sadatın münkirliğini yapanların ekseriyeti küfürle gider denmiştir. Velilerin bereketinden, nazarından, himmetlerinden yararlanmak için o zatları bulup izlerinden gitmeli onları tcrketmemelıdir. EvliyauIlarha yakın olan kimse onların safının içinde yer almış olur. Kurtuluşa da onlarla beraber erişir Öyleyse insan gayretli olup onların yolunda gitmekten geri durmamalıdır. Onları saflarından uzak kalmamalı ki, onlar uçunca (Allah'a vasıl olunca) insan da onlarla birlikle uçsun. İnsan onlara [abı olursa, onlar da kıyamet günü huzuru ilahide o kişiye şefaatçi olurlar. Bu dünyada onlara yakın olan kimse, aynı yakınlığı ahirette de muhafaza eder, orada da onlara yakın olur. Allah dostları, zahmet çekerek, ızdırap çekerek çeşitli sıkıntılardan sonra bu makamlarını elde ederler. Allah rızasını elde ettikten sonra Allah hidayeti ellerine verir, alem onlara koşar, hidayet talebinde bulunur. Onlar da hidayetlcrine vesile olurlar. Aynı zamanda onların çalışmalarının, namazlarının, oruçlarının, zikirlerinin sevablarına ortak olurlar, ibadet yapanların da sevabları eksilmez. O Allah dostunun manevi kazancı her gün biraz daha artar, milyonları, milyarları bulun Ümmeti Muhammcd'in öyle veliler gehnişki iki-üç milyon müslümani ve kafiri irşad etmiştir. Velilerde Allah kullandır, beşerdirler. Diğer insanlardan fazla olan bir tarafları yoktur. Ama imanları kemal, akıllan istikâmet üzeredir. Nefis ve şeytanın peşinden gitmez, Alemlerin Rabbinin emirlerine göre hareket ettiklerinden makamları âlî olmuştur.
AHİR ZAMAN
Seyda hazretleri içinde bulundugumuz bu devrin ahirzaman oldugundan sik sik bahseder, deliller getirir, kötülüklerin, günahin arttigini buna karşilik yapilan iyilik ve ibadetlere kat kat sevap verilecegini müjdelerdi: Bu zamanda insanların bindebiri bile ahirete dünyadan fazla kıymet vermiyor. Dünya işinde eksiklik olunca hastalanıyor ve yataklara düşüyor. Fakat ahireti elinden gitse hiç umursamıyor, dünyası ahiretinden bin kat makbul olmuş oluyor. Hâl böyle olunca nasıl Allah insandan razı olur? İnsanın yanında değerli şey Allah'ın (c.c.) rızası, dostluğu ve ahiret olmalıdır. Sahabeler zamanında birisi cemaatle namaza yetişemezse matem tutardı. Evde cenaze varmışçasına üzülürdü. Arkadaşlari cemaati kaçirdi diye ona taziyede bulunurlardi. Işte ahiret ve Allah rizasi, aşki, sevgisi yanlarinda bu kadar kiymetliydi. Tabii ki onlar da Ce-nab-i Hakk'in yaninda makbullerdi. Bu zamanda insanlarin binde dokuzyüz doksandokuzu Allah yolunu terk etmiş ve ibadetten habersiz hale gelmiş, geriye kalan binde birinin ise ahiret işleri çok perişan ve gevşek durumdadir. Artık insanda dünyanın sonuna gelinmiştir, kıyamet iyice yaklaşmıştır, kanaati doğmaya başlıyor. Bununla beraber sûrun son nefhasma kadar Allah dostları bulunacak, eksik olmayacaktır.
Bu devir aynen mahşerde peygamberlerin bile "nefsî-nefsî" diyerek yalniz kendi nefislerinin kurtulmalarini diledikleri duruma benziyor. Insan yalniz kendi nefsini kurtarmaya çalişmalidir. Artik vaaz, nasihat devri degildir, çünki hiçbir tesiri olmuyor. Çünkü dünya sevgisi, keyfi ve safâsi çok artmiş, Allah'in emirlerine karşi gelme çogalmiş, helal ve haram gözetilmez oluyor. Bu devirde irşad oldukça zorlaşmiş, insanlar dini arkasina atmiş, Allahu Teala'dan bahsedildigi zaman rahatsiz olmaya başlamiştir. Din garib olmuştur. İnsan şimdi onun bunun sözüne iltifat etmemeli, Allah'ın eserlerini görerek kendini irşad etmeye, yüzünü Cenab-ı Hakk'a döndermeye, kendini kurtarmaya çalışmalıdır. Kişi kimsenin işine karışmamalı, gıybet, fesatlık etmemeli, vefasız olmamalı, günahlara bulanıp Allah'ın emirlerine karşı gelmekten kaçınmalı, kimseye zulüm ve hakaret etmemeli, büyük günahlardan kaçınmalı, farzları mutlaka eda etmeli, elinden geldiği kadar hayır ve hasenat işlemeli, sadaka vermeli, nafile oruç tutmalı, sünnetleri ihyâ'ya çalışmalı, elinden geldiği kadar ölüm gelip çatana kadar bu hâl üzere olmaya çalışmalıdır.
Gavs hazretlerine sorulmuş: "Efendimiz, bu kadar cezbe ehli, muhabbet ehli, vird ehli vardi. Şimdi hepsi gevşemişler ve tembellik içindedirler. Bu niçin böyle oluyor?" Gavs hazretleri buyurmuş: "Evet, artik hidayet kalmamiş da ondan. Bizimkisi bu zamanda vallahi bir idaredir, aldatmaca gibi birşey. Çünkü tam hidayet şimdi hazreti Mehdi'nin elindedir. Tam mana-siyle hidayeti o yapacak. Biz ise çoluk, çocuk nasil al-datilirsa, eglendirilirse öyle yapiyoruz." Eski zamanda uçak ve benzeri hızlı ulaşım araçları yoktu, kafirler islamın içine girmemişlerdi. İsla-mın içinde Allah bahsi, Allah ehlinin sohbeti olurdu. Ne zamanki bu araçlar çoğaldı, o vakit müslümanlarla kafirler içice girip birbirine kavuştu. Kâfirin kıyafeti, kâfirin ahlâkı, kâfirin elbisesi islamın içine karıştı. Müslümanların ahlâkı bozuldu, kâfirlerin adetlerini, görüşlerim, bozuk fikirlerini aldılar. Namaz kılmıyorlar, oruç tutmuyorlar, Allah'tan haberleri yok. Sadece kalbimize bak bizim kalbimiz temizdir, esas olan kalb temizliğidir, diyor. Halbuki onlara bunu telkin eden, kandıran şeytandır. İnsan bakır kaba benzer. Bakır kab kalaylanıp temizlenmezse içi pas tutar, kirlenir ve çü-rür. İnsan da ibadetle, namazla, oruçla Allah'ın taâti ve rızasını kazanmakla temizlenir. Aksi taktirde insanın kalbi şeytanın yeridir, tasarruf sahasıdır. Böyle insan manen ölüdür. Ahir zamanın bu olumsuz yönlerinin yanında olumlu yönleride bulunmaktadır: Ahir zamanda dünyaya gelen bir kimsenin kabir hayatı nisbeten kısa olur. Dolayısıyla kabirde göreceği azab da kısa olur. Ahir zamanda yapılan bir amele eskiden yapılan elli amel sevabı yazılır. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Ahir zamanda yapılan bir amele zamanımızda yapılan elli amel sevabı yazılır" Bu müjde karşısında sahabeler sormuşlar: "Ya Resu-lullah, bizim yaptığımız elli amelin sevabı mı yazılır, yoksa sizin yaptığımız elli amelin sevabı mı?" Resu-lullah (s.a.v.): "Sizin?" diye cevap buyurmuştur. Öyle ise insanın bu nimete karşı çok çalışıp gayret göster-mesi gerekir ki Alemlerin Rabbi ona büyük bir maneviyat zenginliği versin. Seyda-i Tahi (k.s.) buyuruyor ki: "Bu zamanda namazını kılan orucunu tutan, zekatını verip hacca giden ve kendini büyük günahlardan koruyan kimse küçük evliyadır." Bu söz söylendiğinde (100 yıl önce) irşad, ilim tahsili müslümanlık ve şeriatı Muhammediye serbestti. Halbuki bu zaman daha çok bozulmuştur. Eğer Seyda-i Tahi evliya olarak görüyorsa ben (Seyyid Muhammed Raşid hazretleri) iman ve itikadı sağlam, helal ve haramı bilen, namazını kılıp, oruç tutan, zekatını veren kendini büyük günahlardan koruyan bu zamanın müslümanlarının sevabını sahabenin sevabı derecesinde görüyorum. Böyle kimseler aynen sahabenin sevabını alırlar. Çünkü zaman çok bozulmuş, din ve iman çok zayıflamıştır. Şimdi zorluk çoktur, sevab da çoktur.
ÖLÜM
İnsan için ölümden daha büyük ve tesirli bir nasihat yoktur. İnsan hayattan, dünyanın zevk eğlence ve safâsından alıkoyan, evladından, dostlarından, ahbap ve akrabalarından koparıp alan ölüm çok zor ve mühimdir. Zira o bir an işidir ve herkes içindir. Öyle ise insan ölümden korkmalı, her an gözönünde bulundurmalı ve aklından çıkarmamalıdır. Eskiden yakını Ölen bir kimse altı ay hatta bir sene hep ölümü düşünür, onu unutmaz, Ölümü gözünün önünde bulundururdu. Hep ölümü düşündükleri için içlerine yerleşen ölüm korkusu onları günahlardan menederdi. Maalesef bu zamanda ölüm çok basit görülüyor, kimsenin aklına düşüncesine gelmiyor. Birisi öldüğünde sanki ölüm sadece ona ait bir olaymış gibi hiç ibret alınmıyor. Hatta cenaze kabirde defnedilir-ken başındaki kimseler gülüşüp konuşuyorlar, şakalaşıyorlar. Orada bile ölümü hatırlamıyorlar; ölüm sadece cenaze içindir, biz Ölmeyeceğiz, dünyada devamlı kalacağız der gibi bir tutum içinde bulunuyorlar. İnsan hasta da olsa hapistede olsa, her ne halde bunursa bulunsun dünya nimetlerinden faydalanabilir. Fakat ölüm gelince bu nimetlerden istifade edemez. Çünkü ölüm insanı dünyadan alır kabre sokar, kabir taşının altına yatırır ve üzerine toprak atılır yataksız, yastıksız ve yorgansız sert ve karanlık mezarda bırakır. Soğukta yukarıdan sızan yağmur ve kar sularının altında yapayalnız ve ısınmaksızm elli, altmış, yüz belki de bin sene kıyamete kadar bekler. Bazen beklemenin yanında azab da vardır. İşte insan bu derece önemli olan ölümü unutmamalı hep aklında olmalı tutmalı ve hep hazırlıklı olmalıdır.
Salih ameller yapmalı yüzünü Allah (c.c.) döndürmeli, emr-i ilahiye karşı gelmemelidir ki kabrin soğuğundan etkilenmesin. İnsan hiç acıkmamak üzere doymak hiç parçalanmayacak elbiseler giymek, bitmeyecek zevk ve sefa sürmek istemektedir ama bu imkânsızdır, olmayacak şeydir. Maalesef bugün insan hiçbir şey yapmadan taât ve ibadetsiz Allah'ı tanımadan çıplak, perişan ve âvâre olarak ahirete göçmektedir. Kişi tamdık ve bildiklerinden vefat edip gidenleri unutmamalıdır. İnsan dünyanın boş olduğunu bilmektedir, sonu olmadığını herkesin göçüp gideceğini bilmektedir ama şeytanın kalbine girerek vesvese vermesine aldanmaktadır. Şeytan vesveseyle ölümü unutturur, dünya sevgisini ve hırsını kalbe aşılar. Allah korkusu ölüm düşüncesi gidinceye kadar uğraşır durur. Kâfirlere azab, cennet, cehennem yoktur diye müslümanlara ise Allah Gafur ve Rahimdir, günahları kıyamette affeder diye telkinde bulunur. Ağlayan çocuğa annesi birşeyler vererek susturduğu gibi şeytanda dünya işlerini öne sürerek onlara Allah'ı, kabri ve haşri unutturur. İnsan ölümü unutsa bile Allah ölümü unutmaz. Saati dakikası ne kadar ise insan düyada o kadar kalır. Cenabı Hak ne kadar takdir etmişse o kadar kalır. İnsan dünya hayatı sona erdiği eceli geldiği zaman dünyada bir saniye bile fazla kalamaz, bütün mal ve mülkünü verse bile ecelini bir dakika tehir ettiremez. Rabbül Alemin takdir buyurduğu saat ve dakika dolunca hemen melekler göğsüne oturur ruhunu kalıbından çekerek ahverirler.
SAĞLIK
"Size sorarım şifa cebimde mi ki dağıtayım? Bana gelenlere doktora gitmelerini söylüyorum, onlar, her çareye başvurduklarını, ancak sonuç alamadıklarını ve bana geldiklerini söylüyorlar. Bu durumda ben onlara ne diyebilirim. Allah belanı versin mi diyeyim. Yine bir defa hastalık için dua istendiğinde ellerinde bulunan ilaç kutularını göstererek "Allah razı olsun biz de doktora tedavi oluyoruz siz de doktora gidin" diye buyurmuşlardı. Yine göz ameliyatı olmuşlar, kınlan bacağını doktora tedavi ettirmişlerdi. Ayrıca her 15 günde bir muntazam olarak doktor tarafından kontrol ediliyordu.
NAKŞIBENDI TARIKATIYLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ VE UYGULADIĞI EDEBLER
Seyda hazretleri (k.s.) sağlam bir itikad bilgi sinden sonra fıkıh kaidelerinin (ilmihal bilgileri) iyice öğrenilmesini tavsiye eder, bundan sonra Nakşibendi adabının tam olarak uygulanmasını isterdi. Kendi uygulamalarında ve yaşantısında hiç bir zaman Sünnet-i Şerife ve Şeriat-ı Garra'ya aykırı en ufak bir hareketi görülmezdi. Bilhassa kadınlarla erkeklerin bir arada bulunarak çeşitli faaliyetlerde bulunmaları, sohbetleri gibi zamanımızda dikkat edilmeyen uygunsuz davranışlar üzerinde çok dururdu. Bağlılarından bunlara dair istismar edici şikayetlerin gelmesi onu çok üzerdi. Bu zamana kadar tarikatın saf olarak korunması şeriat ve tarikat adabına tam olarak riayetten dolayı olduğunu sık sık tekrarlardı. Nakşibendi tarikatının iman ve ümmet-i Muhammede mensubiyetten sonra üçüncü büyük nimet olduğunu birçok sohbetlerinde anlatmışlardı: "Nakşibendi tarikati hakikî ve paha biçilmez bir tarikattir. Bundan istifade edip gayeye ulaşmak ancak tarikata uymayan şeylerden kaçinmak, tarikatin yolundan gitmek ve Allah (c.c.)'a ulaşmaya hedef edinmekle mümkündür. Kurallarina uyulursa, görecegi istifadeyi hiçbir şeyde göremez. Bu, insani Allah'a götüren en kestirme ve emniyetli yoldur. Ancak hakiki Nakşibendi olabilmek için, insanin tarikat adabina, şartlarina ve talimatlarina göre hareket etmesi, dikkatli rabita yapmasi lazimdir.
Bu öyle büyük bir tarikattir ki daha henüz girilmeden bile insanda degişiklikler olmaya başlar. Allah muhabbeti kalblere dolmaya başlar, dünyadan yüz çevrilir. Fakat tarikata girildikten sonra bu haller kuvvetlenmeye başlar. Dünya sevgisi kesilir, eski cimrilik, nefret, kin ve düşmanlik hallerinin kalmadigi, eski davranişların terkedildiği gözlenir. Arkadaş çevresinin degiştigini görür, huyu farklilaşir, halim olur, sabir ehli olur. Allah (c.c.)'ın bahsedildigi sohbetler her şeyden tatli olur, taât ve ibadet hoş gelir. Nakşibendi olduktan çok kisa bir süre sonra yüzünü Allah'a döndürür. Hatta bazilari samimi olarak şeyhinin elini tutup tevbe ettigi andan itibaren, adap ve talimat almadan Allah (c.c.) evliyalari arasina karişir. Nakşibendi Tarikatinda olanlar, mensub olmayanlara baktigi zaman onlarin helal-haram demeksizin önlerine ne gelirse, hoşlarina ne giderse, almakta ve yapmakta olduklarim görüp fikih ve tarikattan haberleri olmadigini görüyor. Fakat tarikata girince, bunlan farkediyor, dikkat etmeye başliyor. Rabbine karşi vermiş oldugu söze:
"Ya Rabbi, ben pişmanim, yaptigim bütün günahlardan nadimim. Keşke yapmasaydim, inşaallah bir daha yapmayacagini "
ahdine sadik kalarak Allah (c.c.) Teala'nin dostlugunu gözetir. Allahu Teala'yla dostluk ise insani şeytanin şerrinden mutlak korur; zira tarikat-i aliyye'ye intisab eden kimse devamli zikirle meşgul oldugundan şeytan ona yaklaşamaz."
Seyda hazretleri (k.s.) hakkinda en çok sarfedilen sözlerden birisi: "Niçin sohbet yapmiyor?" .idi. Hemen her zaman duyulan bu itham tam olarak gerçekleri yansıtmıyordu. İrşadının başlangıcından beri çevresinde bulunanların şehadetine göre ilk yıllarda akşam ile yatsı namazları arasında mazaretleri dışında cemaate düzenli olarak sohbette bulunurdu. Bu durum ziyaretçilerin akın akın gelip, akşam namazından saatler sonrasına kadar süren tevbe ve tarikat telkinine kadar devam etmiştir. Şeyda hazretleri bundan sonra sohbet etmeye zaman bulamamıştır. Ancak özel durumlar veya seyahatlerde uygun anlarda nadiren sohbette bulunmuşlardır. Zaten kendiside daha Önceleri sohbetin zahiri sözlerinin değil manevi tasarruf gücünün Önemli olduğunu; esas gücün mürşid-i kamilin meclisteki cemaate tasarrufatıyla ortaya çıktığını söylemişti. Zahiri sözle tesir olsaydı vaiz ve hocaların kalabalık camilerdeki halka hitaplarının etkili olması gerektiğinden bahsederek şu şekilde buyurmuşlardı: "Sohbet bir eğlencedir. Nasıl ki üç-dört yaşındaki çocukları lafla eğlendirirler, mükafatlandırırlar veya kandırırlar ise sohbette büyükleri cennetten bahsedip neşelendirmek, cehennemden bahsedip korkutmak içindir. Salikleri başlangiçta tarikata aliştirmak için sohbet yapilir. Esasta, hakiki Nakşibendi tarikatinda sohbet yoktu, sonralari bir rükün mesabesinde olan sohbete Sadati Nakşibendi çok fazla kiymet vermemişlerdir.
Irşad sohbetle degil manevi tasarruf iledir, Şayet irşad sohbetle olsaydi, binlerce vaiz, hatip ve konuşmasi güzel kimselerin birer mürşid olup irşad makaminda oturmalari icab ederdi. Tam tersine, Gavsi Hizani gibi zatlarin çok az sohbetle çok geniş kitleleri irşad etmeleri irşadin zahiri sözle degil, batini olan manevî tasarrufla oldugunun işaretidir. Sohbet ise manevî tasarrufa zemin hazirlayan, talipte alma gücünü kuvvetlendiren bir araçtir. Zaten bu zamanın insanlarını sadatın himmeti ve manevî tasarrufu olmadan düzeltmek çok zordur. Çünkü fesad çoğalmış, her tarafı zorluk ve günahlar sarmıştır. İnsanın bunlara karşı direnme gücü olmadığı için Nakşibendiyye tasarrufu ve himmeti olmaksızın Allah'ın yolunu tutmak mümkün olmaz. Eskiden insana nefs ve şeytan düşman iken şimdi bütün alem insanın dinine ve imanına düşman olmuştur. Bunlarla ancak Nakşibendi silsilesinin himmeti ve manevi kuvveliyle mücadele edebilir. İsteklilerin Nakşibendî Tarikatı Pakistan'da, Hindistan'da, Yernen'de bile olsa hiç durmadan oralara koşup tarikata intisap etmeleri icab ederdi. Allah dostluğunu kazanmak isteyenleri bu tarikatın ne kadar faydalı olduğunu çok iyi bilirler. Nakşibendi Tarikatında ve diğer tarikatlarda tek gaye Allah'ın rızasını kazanmaktır. Peygamberin (s.a.v.) şeriatına tam ittiba ederek şu husus bilinmelidir; mak-sud tarikat değil Allah'ın zatı, Allah'ın dostluğudur. Allah'ın rızası kazanılınca insanda hiçbir noksanlık kalmaz, dünya ve ahiretin iyikleri ona verilir. Dünyadaki mükafatlardan daha önemlisi ahiret hayatındaki güzelliklerdir; ebedi olarak rahat, huzur, saattet ve nihayet Cemalullah'a kavuşmaktır."
Seyda hazretleri Nakşibendi tarikatinin başlangicinin Hz. Ebubekir Siddik (r.a.) hazretlerine dayandigini, onun da bu yolun adab ve talimatini Hz. Resulul-ah'tan talim ettigini söylemiş ve şöyle anlatmiştir: "Bu öyle bir tariktir ki insanın amelinde riyanın eseri bile bulunmaz. Zira yapılan görevler kişinin kendisi ile Rabbi arasında kalır, hiç kimse sırrına vakıf olamaz, hatta Allahu Teala'nın meleklerinin bile, haberi olmaz. Sevap yazmakla görevli olan meleğin haberi olmadığı için yapılan amelleri hesap defterine geçiremezler. O Allah'ın ilminde ve emanetinde kalan gizli bir mal olduğu için varlık duygusuna yol açmaz, hayırları batıl etmez. Ancak kıyamette Alemlerin Rabbi açıkladığı zaman bilinir. Gavs hazretlerinin cahil, ilimden nasipsiz bir müridi vardı. Bir gün Gavs hazretlerine: "Kurban, kalben zikir yaptığım zaman melekler yazmıyorlar. Fakat sesli zikir yapıp salavat getirdiğimde meleklerin yazı yazarken kalemlerinin sesini duyuyorum. Tekrar kalben zikire geçtiğimde sesleri duyamıyorum." dedi. Bunu saflığından, bilmediğinden söylüyordu. Gavs hazretleri: "Doğrudur, kalpten yaptığın gizli zikri Allahu Teala'nın melekleri yazmazlar. İnsanın ağzından çıkmayana kadar onlar yazmazlar, fakat yapılan zikirde melekler yazmadı diye kaybolmaz. Kıyamete kadar Allahu Teala'nın yanında emanette kalır." buyurdular. Nakşibendi de esas insanın kalbidir. Yapılacak zikirse onun ıslahıdır, kalbin çalışması içindir. Çalışmaya başlayan kalb aynen saate benzer, sahibi başka işlerle meşgul olsa bile o saat gibi çalışmasına devam eder. Çalışmıyorsa da sahibine fayda temin etmez. Aynı zamanda kalbi çalışanın durumu, dükkanı dolu olup kazancı çok olana benzer ki çalışmaya başlıyan kalbi, her vakit devamlı olarak Allah'ın zikriyle meşgul eder. Bir saniye, bir dakika bile boş durup gafil olmaz. Halbuki boş olanın durumu da dükkanı boş olana benzer. Kalbi bir dakika zikrederse geri zamanı boş geçer, haliyle kendisine de bir dakikalık zikir yazılır. Radyo evi çalıştığı zarnan nasıl açılan her radyodan ses çıkarsa, çalışmadığı zaman akşama kadar radyoyu açık bıraksan ses gelmezse, vücudun radyoevi olan kalb Allah'ın zikrini yaptığında bütün vücutta onunla zikreder. Şayet kalb ölüyse tüm vücutta ölüdür.
Bu tarikatta zikirlerin hepsi hafidir (gizlidir), aleni (açıktan) hiçbir şey yoktur. Vird, Rabıta, Teveccüh, Hatme ve diğer zikirlerin hepsi gizlidir, insanın Rabbi ve kendisi arasındadır. Tarikatı Nakşibendide mürid tevbe alıp intisab edince Alemlerin Rabbi mürşidin ervahından bir tane halkeder. O devamlı müridle olur, kalbine tasarrufta bulunur. İsterse milyonlarca mürid bulunsun Allahu Teala o kadar ervah yaratır. Bu Alemlerin Rabbi için zor değildir. Allahu Teala dostları olan Sadat-ı Nakşibendi için binlerce, hatta onbinlerce ervah yaratır ve böylece tasarrufta bulunmalarına izin verir. Mürşid-i kamil Cenab-ı Hakkın izniyle ve yardımıyla ervahı vasıtasiyle müridin durumundan haberdar olur. Günah işlemeye yellenmez, namaz vakti uykudan uyanama-yınca şeytan musallat olunca Allahu Teala'nın bildir-mesiyle müridi görür, ikaz eder ve mani olur. Bugün Nakşibendi Tarikatin'dan başka tarikatlar özelliklerini kaybetmişlerdir. Gavs hazretler: "Nakşibendi Tarikati Hz. Mehdi'ye kadar bozulmadan devam edecek ve Hz. Mehdi'ye intikal edecek (Hz, Mehdi Nakşibendi Halifesi ve Seyyid olacak). Mez-heblerden Hanefi mezhebi, tarikatlardan da Nakşibendi tarikati kiyamete kadar devam edecek." buyurmuşlardir. Buraya kadar sayılan sebeblerden dolayı ve günahlardan sakınıldığı, halkın menfaat gördüğü ve onunla Allah'ın yoluna girilip talibinin çok olması dolayısıyla Nakşibendi Tarikatına devamlı hücum edilmektedir. Bal arısı nasıl tatlıya konuyorsa, tabiatıyla bu tarikata da saldırı olacaktır. Fakat şu ana kadar eksilme olmadan sürmüştür ve sürecektir.
Tarikatı Nakşibendiye hakkında Şeyda Hazretle-ri'nin zaman zaman belirtmiş olduğu görüşlerini aktardıktan sonra bu yolu talebedenlerden uyulması istenen edeblerden kısaca bahsetmek istiyoruz. Zira tarikatın anası edebdir, insan Allah-u Teala'ya ancak edeble erişir, erişemeyende edebi terkettiğinden erişemez, bilinen sözdür: "Vusulsuzlük, usulsüzlüktendir (erişememek, kuralsızlıktandır.)" denmiştir. Bundan dolayı tarikata giren bir talibin aşağıda sayılan adaba uygun hareket etmesi menfaati icabıdır: Tarikatten gaye kendi nefsini ıslah etmek ve ihla-sı kazanmak içni Muhabbetullahı tahsil etmektir. Bu işin temeli ise MUHABBET VE GAYRET'tir. Şah-i Nakşibend (k.s.) hazretlerinin açikladigi gibi bu yolda kemâl derecesine erişmek için bütün vaciplere uyulacak, bid'atlardan, ruhsatlardan kaçinarak haram ve mekruhlardan sakınılacaktir. Bu tarîk batil ve şeriate muhalif saçma sapan sözlerden uzaktir. Eğer şeriat hududu tesbit edilmemiş olsaydı,.nefs ve şeytanin bizi aldatacagi muhakkakti. Lakin şeriatin hududuna tecavüz etmek muhabbet ve gayrete ziddir. Bu nedenle şeriat hududunu aşmak veballerin enbüyügüdür. Şeriatin emirleri oldugu gibi tarikatin da adaplari vardir. Bu kurallara uymak lazimdir. Batil şeyler ihdas edip asliyette olmayan bid'atlari çikarmak en büyük ahlaksizlik ve en büyük adapsizliktir.
Her şeyin bir kanunu bir nizami vardir.
*Tarikâtında kanunu vardır. Tarikat edep erkandır.
*Sofi edepli olmalıdır. Tasarrufa şekle degil, edeple erişilir.
*Aksi haller kalbe zararlıdır.
*Dergaha ziyarete gelenler Şeyh hazretlerinin elini incitmeden yumuşakça tutmali ve incitmemelidir.
*îlk gelişte ve dönüşte olmak üzere ancak iki kez elini öpmelidir. Aksi haller kalbe zararlidir.
TEVBE VE ADABI
Tevbe, çok kıymetli bir lütfü ilahidir. Gönülden pişmanlik duyup tevbe eden kimsenin seyyiati (kötülükleri) Allah (c.c.) tarafindan silinip yerine miktarmca hasenat (iyilik) yazilir. Bütün günahlari hayra tebdil edilir. Kalben değilde sadece dille yapılan tevbe için ikinci bir defa tevbe etmek gerekmektedir.
TEVBENİN ŞEKLİ
"Ya Rabbi yapmış olduğum bütün günahlarımdan ben pişmanım. Keşke yapmasaydım. İnşallah bir daha ben yapmayacağım. Ben kabul ettim. Seyyid Abdul-baki hazretlerini (k.s.) kendime şeyh kabul ettim" denilir.
TEVBENİN ADABI
* Tevbenin vakti ve özel bir yeri yoktur. Her zaman ve her yerde verilebilir.
* Her gün tevbe alınabilir. Yalnız bu âdet haline getirilmemelidir.
* Tevbe alırken kıbleye dönmek adaptandır.
* Şeyh hazretlerinden uzak yerde bulunanlar yilda bir tarikat tazeleyebilirler.
* Mürşidinden çok uzakta olan vekillerde bir yildir gelmiyorlarsa birbirinden tevbe alabilir, tarikat tazeleyebilir.
* Kadınlara tevbe, perde veya kapı arkasından verilir.
* Erkek vekil kendisine nikahı düşmeyen (anne, teyze, kızkardeş, hala gibi) kadınlara el tutarak tevbe verebilir.
* Kadın vekiller de kendisine haram olmayan (koca, evlat, kardeş gibi) erkeklere tevbeyi el tutarak verebilir.
* Mazereti olanlar (hastalık, fakirlik, yaşlılık, izin alamamak gibi) yılda bir tarikatını, 20-30 günde bir tevbesini vekiller yanında tazeleyebilirler.
* Namazını kasden terkeden, büyük günahlardan birini işleyenler vekiller yanında hiç beklemeksizin tevbesini tazeleyebilir.
* Kadın vekiller özel hallerinde sadece tarikat verebilir. Rabıta-hatme yapamaz. 8 şart, rabıta, vird, hatme talimatlarını verebilir. Diğer kadınlarda rabıta, vird hatme yapamaz.
* Namaz kılmayı bilen buluğa ermiş ve ermemiş çocuklara da tevbe verilir.
* Cinli veya perili olanların namaz kılabilecek kadar normal olanlarına tevbe verilir. Daha ağır durumdakilere tevbe verilmez.
* Sarhoşa sarhoşkende tevbe verilebilir.
* Başka tarikatta olanlara veya hiç bir tarikata mensup olmayanlara isterlerse tevbe ve tarikat verilir.
* Hatmede zikir taşlan ortaya gelmişken tevbe Istemek adapsizliktandir.
* Zaruret halinde abdestli olmadan tevbe alınıp verilebilir.
* Şeyh hazretlerinden bir günde birden fazla tevbe ve tarikat tazelemek zararlidir. Uzun bir müddet sekiz şarti (20-30 gün gibi uzun bir zaman) geciktirenler de yapmalidir. Veya yeniden tarikat almalidir.
* Tevbe eden sağırsa, okuma yazma biliyorsa kağıda yazılıp eline verilir, dille tekrarlayarak yapar. Dilsizler kalben yapar. Okuma bilmiyorsa tevbe verilebilir. Tevbe alan dilsizse tevbeyi kalbi olarak yapacaktır.
* Ölüm anında da olsa kişiye tevbe verilir.
* Erkek vekiller kapı veya perde arkasından tevbe verirken kadının da tevbeyi cehri söylemesinde bir mahzur yoktur.
* Vekil olmayan bir sofinin tevbe ve tarikat vermesi geçerli değildir.
* Şeyhten uzakta olan sofiler vird, rabita, hatme veya rüyada gördüklerini başkalarina söyleyemezler, vekile söyleyebilirler.
BÜYÜK TEVBEYI TAZELEMEYİ GEREKTİREN HALLER
Tevbe eden kimse madem ki (bir daha ben yap-mıyacağım) diye söz veriyor. Allah (c.c.)'la olan ahdine sadık kalmalı sözleşmeyi unutmamalıdır.
* Tevbeyi bozdum ben bu yoldan, yani tarikattan çıktım diyen tarikat tazelemelidir.
* Lafza-i Celal virdi esnasında cezbesiz bilerek ve açıktan sesli olarak 3 defa zikreden tarikat tazelemelidir.
* Cehri zikrin her türlüsüne 3 defa katılan veya 3 ayrı mecliste açık zikir yapanlar tarikatını tazelemelidir. Lakin açık zikre katılıp da açıkta zikretmeden sessizce oturana tarikat tazelemek icabetmez.
* Büyük-küçük günahları helal kabul edip işleyenler (yani kişiyi imandan çıkaran her halde o kişi) imanını, nikahını, tarikatını tazelemelidir.
* Gereksiz yere tarikat tazelemek adapsızlıktır. Büyük günah işleyenler, namazi mazeretsiz terkedenler tarikati tazelemelidirler.
SEKİZ ŞART
Tevbe alan kimse sekiz şarti yapmazsa hiç bir fayda görmez.
SEKİZ ŞARTIN YAPILIŞ ŞEKLİ
1- Tevbe niyetiyle abdest almak abdest azalarını yıkarken bu azalar ile işlemiş olduğu günahlarını hatırlayarak Allah (c.c.)'dan mağfiret olunması için yalvarır.
2- Tevbe niyetiyle boy abdesti almak, ben vücudumun kirini su ile yıkadım temizledim. Ya Rabbi sen de ilahi nurunla benim kalbimin zûlümatım temizle ve beni affet diye yalvarır.
3- Tevbe niyetiyle istihare namazı kılmak iki rekat olan istihare namazının birinci rekatında Fatiha'dan sonra "Kafinin" sûresi, ikinci rekatında Fa-tiha'dan sonra "İhlas" sûresi okumalıdır. Bilinmiyorsa bilinen sûrelerle namazını kılar.
4- Tevbeyi 3 kere tekrarlamak Kalb ve lisanen: "Ya Rabbi yapmış olduğum bütün günahlardan ben pişmanim, keşke yapmasaydım. inşallah bir daha yapmayacağım" der ve bunu 3 defa tekrarlar. Gözler kapatılır ve adabın sonuna kadar açılmaz.
5- 25 Estağfirullah demek Dil ile hafifçe söylenir. Bu istiğfar huzuru kalble ve günahlarından pişmanlık sebebiyle içi yanarak yapılmalıdır.
6- 8 Fatihayı Şerife okumak Kalbin pasının gittiğini, sadatın himmetiyle ilahi feyzi kabule hazır bir hal aldığını düşünerek sadatlann himmetini celbetmek için tek tek sekiz Fatiha'yı okur ve aşağıda yazılı yerlere hediye eder.
Her Fatiha'yı evvela Peygamberimiz (s.a.v.) ve alî ve ashabının (r.a.) ruhlarına hediye eder. İlave olarak her Fatiha'ya kendi numara sırasında yazılanları söyler. Hediye sırasına göre isimler: 1- Şah-i Nakşibend (k.s.) Şeyh Seyyid Abdülkadir Geylani (k.s.) 2- Abdulhalik Gücduvani (k.s.) İmam-ı Rabbani (k.s.) 3- Şeyh Mevtana Halid Zülcenaheyn (k.s.) Şeyh Seyyid Abdullah (k.s.) 4- Şeyh Seyyid Taha (k.s.) Seyyid Sıbğatullah Arvasi (k.s.) 5- Şeyh Abdurrahman-i Tahi (k.s.) Şeyh Fethullah (k.s.) 6- Şeyh Muhammed Diyauddin (k.s.) Şeyh Ahnied Haznevi (k.s.) 7- Şeyh Seyyid Abdulhakim Hüseyni (k.s.) Şeyh Sultan Seyyid Muhammed Raşid (k.s.) Hazretlerinin ruhlarina ve 8- Şeyh Seyyid Abdulbaki (k.s.) Hazretlerinin ruhaniyetine hediye edilir. İsimleri ezbere bilenler ezberinden söyler.
Bilmeyenler: Bize sekiz şart talimatı verilirken söylenen isimlere hediye ettik derler. Gözlerini açıp isimleri kağıttan okumazlar. Talimatı verenin, 8 Fatiha'nm hediye edildiği isimleri tevbe edene tek tek söylemesi lazımdır. Hediyeden sonra: Ya Resullah (s.a.v.) Al ve Ashabı (r.a.): Kalbimin huşu ve huzuru için mürşidime "Emir" buyurmanızı niyaz ederim der; Sonra sadatlara dönerek Ya Sadatın ervahları, kalbimin huşu ve huzuru için mürşidimden "Rica" da bulunmanızı niyaz ederim diye yalvarır.
7- ÖLÜM RABITASI
Fatihaların hediyesinden sonra feyzin geldiğini kabul eder, lakin kalbin bu feyzi almasına mani (mal, evlat gibi) unsurlar olduğunu düşünerek, bunların vesvesesinden kurtulmak için ölümünü tefekkür eder. Yani yatağında ölmek üzere can çekiştiğini düşünür ve bunu fırsat bilen şeytanın imanını çalmak için baş ucunda hazır olduğunu hisseder. Mal, akraba ve çocuklarından şeytanın vesveselerine karşı yardım ister fakat yardım göremez. Bunun üzerine bir rabıta ile sa-datın himmetinin son nefeste kendisine ulaştığını ve şeytanın defolduğunu tefekkür eder. Bu rahatlık içinde ruhunu Azrail (a.s.)'a teslim ettiğini düşünür. Sonra insanların cesedini yıkadığını, kefenlediklerini, namazını kıldıklarını ve kendisine dua ettiklerini düşünür. Allah dilerse duaları kabul eder, dilerse etmez düşüncesiyle iyice içtenlikle Rabbine sığınır. Sonra tabutunun kabristana gittiğini ve insanların kendisini kabre bırakarak dostlarının üstüne toprak serptiklerini düşünür. Sonra dostları ayrılır ve sorgu melekleri gelir ."Suallerin cevabını ancak Allah'ın yardımı ve Sadatın himmetiyle cevaplandırmak mümkündür. Anlaşilan odur ki; dünya ve ahirette insani ancak ve ancak Allah sevgisi ve Sadatlann himmeti kurtarabilir. Onun için insan kalbini sadata çevirmelidir.
8- MÜRŞID RABITASI
Bu rabıta sırasında üstadı gayet azametli ve heybetli olarak hayal etmek gerekir. Sofi şeyhin kendisini reddetme korkusu ve kabul etme ümidi ile medet iste-'yen bir kalble mürşidini rabıta eder. Kendisini mürşidinin huzurunda tasavvur eder. Mürşidin şeklini (ru-haniyetini) hayalen gözönüne getirir. Hayalinde canlandırdığı mürşidinin iki kaşı arasında çıkan çok beyaz ve şeffaf süt gibi bir nurun ve feyzin kalbine veya ağzına aktığını sonra genişleyerek, o nurun ve feyzin bütün vücudunu kapladığını düşünür. Letaiflerine mürşidinden nisbet getirmeye çalışır. Bu şekilde on-onbeş dakika bekler. Kafi miktarda oturduğuna kanaat getirip kalkacağı sırada, adabı yaparken yapmış olabileceği hata ve noksanları için 25 estağfirullah söyler, sünnet üzere yatar.
SEKİZ ŞARTIN EDEPLERİ
* Tarikat alan bir kimse sekiz şarti yapmamiş ise, yapmasi için zorlanmaz.
* Şartlar yatsi ile sabah namazi arasinda yapilmalidir. Çok zaruret varsa gündüz de yapilabilir. Bu gece yapmaya hiç imkani olmayanlar içindir.
* Şartlar, tevbe alindigi günün gecesi yapilmalidir veya ilk firsat buldugu gece yapmalidir.
* Şartlari yapan kimsenin gusülden sonra güneş dogana kadar konuşmasi, yemesi yasaktir. Oruç tutanlar sahur yemegi yiyebilir. Unutarak konuşulur ve yenilirse bir şey lazim gelmez. Namaz kilabilirler.
* Şartlar yapilirken bilerek bir kusur, noksanlik yapilmişsa ikinci bir defa şartlari yapmalidir.
* Şartlari yaparken Fatiha'yi bilmeyenlere gerek namaz esnasinda gerek Sadatlara hediye edilecegi zaman yaninda oturan kimse yüksek sesle Fatiha'yi okur o da tekrar eder böylece vazifesini yapar.
* Şartlan yaparken gusülden sonra abdesti bozulsa, guslü tekrarlamaz yalniz abdestini yeniden alir. Kaldigi yerden devam eder.
* Şartlari yapanlardan bilmeyenlere hatme, rabita talimati verilir. Sadatlarin isimlerini ezberleyenlere vird talimati da verilir. Istemeyenler talimat için zorlanmaz.
* Şartlan yapanlann bir miktar yatip uyumaya çalişmasi lazimdir. Hiç uyumayanlarda en az 15 dakika yatar kalkar. Uyumak insanin elinde olmadigi için bir şey olmaz.
* Şartlari yaparken uyuyakalip tamamlayamayanlar yeniden yapmalidirlar.
* Şartlari yapacak kimse o gece şartlara başlamadan önce nafile ibadet yapabilir. Şartlar arasinda nafile ibadet yapmaz. Şartlan tamamlayip belli bir miktar uyuduktan sonra yapabilir. Ama o gece nafile ibadet yapmamasi daha uygundur.
* Sadece kör olan kimseye talimat verilir, şartlar tam istenir.
* Tarikat tazeleyen usta sofiler en kısa zamanda şartları yapmalıdır. Aksi takdirde zararlıdır.
* Hiç yerinden kımıldamayacak kadar hasta olan kişi sekiz şartı yattığı yerden yapar. Abdest gusül yerine teyemmüm yapar su kullanmaz. Diğer maddeleride yattığı yerden yapar. Namazı ima ile kılar.
* Sekiz şart yapmiş kadinin emzirdigi çocugu varsa mümkünse biberonla süt verir olmazsa emzirir.
RABITA
Rabıta kalbin mürşide bağlanmasıdır.
* Rabıta "Sadık" larla beraber bulunmak demektir.
* Rabıta Sadatlara kadar uzanan, onlara bağlayan manevi bir bağdır. Nasıl ki zahiren huzurlarına vanlıyorsa rabıta ile de onların huzuruna varılır.
* Fayda ancak manevi tasarruf ve rabıta huzuru ile olabilir.
RABITANIN ÇEŞITLERI
a) Mürşidinden uzakta iken:
* Gözler yumulur
* 25 Estağfirullah denir, sofi kendisini mürşidinin huzurunda tasavvur eder. Mürşidinin suret ve hayalini (ruhaniyetini) gözünün önüne getirir. Sofi kendi iki kaşı arasında bir gözü varmış da oradan mürşidini görüyormuş gibi bir nurun ve feyzin kalbine veya ağzına aktığını, daha sonra genişleyerek bütün vücudunu o nurun ve feyzin kapladığını düşünecek, devamlı olarak mürşidinden bütün letaiflere nisbet getirmeye çalışacaktır. Kafi miktar oturduğuna kanaat getirince 25 Estağfirullah der kalkar. Gözlerini açar. b) Mürşidinin Huzurunda Rabita Gözler yumulur 25 Estağfirullah denir. Sofi mürşidinin huzurunda kalbini Allah (c.c.)'ın nisbetinden fakir görüp, mürşidini ise Allah (c.c.)'ın feyzi ve nisbeti bakımından çok zengin görecektir. Bu ilmi yakine kavuşan sofi kalbini mürşidinin önüne açarak devamlı olarak mürşidindeki feyze talip olacaktır. Sonra 25 Estağfirullah der gözünü açar.
RABITA EDEPLERİ
* Rabıta abdestli olarak yapılır.
* Rabıta anında abdest bozulursa rabıta terkedilir. Rabıta vakti çıkmamışsa tekrar abdest alıp rabıtaya oturulabilir.
* Rabıta en az 5 dakika olmalıdır. Beş dakikadan sonra ne kadar devam edilirse o kadar menfaatli olur. Otuz, altmış dakika uzatılabilir.
* Rabıta tamamen terkedilmemelidir. Az da olsa yapılmalıdır. .
* Diğer manevi rabıtalar akşam ders rabıtasından başkadır.
* Ders rabıtası akşamla yatsı namazları arasında yapılır. Fakat Ramazan ayında öğle ile ikindi namazları arasında yapılır.
* Ders rabıtasını vaktinde yapamayanlar başka vakit yapamaz.
* Rabıtanın kazası olmaz.
* Seyahatte rabıta terkedilebilir, yapılması efdaldir.
* Seyahatte taşit içerisinde (uçak-taksi-otobüste) ders rabitasi yapilabilir.
* Mürşidini hiç görmemiş olanlara rabita talimati için mürşidinin resmi gösterilebilir.
* Tarikat alıp sekiz şartı yapanlar rabıta talimatı alıp Öyle rabıta yapmalıdırlar. Rabıtayı erkek ve kadınlar hepsi Seyyid Abdulba-ki (k.s.) hazretlerine yaparlar. (Bayanlar S. Abdülbaki Hz.lerinin yüzü yerine nur veya ayın parlaklığı gibi perdeli bir durumda rabıta yaparlar) Herhangi bir mazareti olanlar, konuşmaksizm gözü açik olarak rabita yapabilir. Acil işi olanlar (seyahat, nöbet mesai gibi) 25 estagfirullah çeker, gözleri açik olarak yaparlar. Yalniz bu sirada konuşmamalidirlar.
VİRD VE VİRDİN ADABI
Evrad-ı Nakşibendiyenin tümü, en büyük zarara sebep olan nefsi yoketmek (sindirmek) içindir. Virdde her Fatiha hediye edildiğinde sadatın ervahı orada hazır olur. Sadatın ervahı ile beraber Peygamber (s.a.v.) ve Al ve Ashabının da ervahı hazır bulunur. Dolayısıyle sofi onlar tarafından tanınmış olur. Tanınınca da dar zamanlarında yardımına yetişirler, sevgileri kazanılmış olur, hatmede de böyle olur. Sofi günde iki defa bir hatmede bir de "vird" çekerken sadatın ruhaniyetini hazır edip nazarı altına girmelidir. Günde bir veya iki defa Sadatın nazarı altına giren kimse için korku olmaz. Sadâtı Nakşibendi onu bırakmaz. Peygamber (s.a.v,) onu yalnız bırakmaz.
VİRDİN ÇEŞİTLERİ
1-KÜÇÜK VİRD
Sadâtı Kiramın isimlerini ezberleyemeyenlere verilir.
a) İhlası Şerife
b) Subhanallahı Velhamdülillahi ve Lailahe illal-lahu Vallahu Ekber, Vela havle vela Kuvvete illa Bil-lahil aliyyil Azim.
c) Salavatı Şerife Başlangiçta zikirlerin herbirinden 70 şer adet verilir. Istendikçe her defa 20 şer 20 şer arttirilir. Her birisinden 700-1000'e kadar çikilabilir.
*Çekimi vird adabına uygun olarak kıbleye doğru abdestli oturulur. nır. -Başlagiç ve sonunda 25'er Estagfirullah söyle-
1- Bu virdin tesbihatı dil iledir. - Başa örtü almak gerekmez.
2- Lafza-i Celal Virdi: Abdestli olarak kıbleye dönülür. Başa bir örtü alınır. Adap üzere oturulur. Sonra şöyle tefekkür edilir. " Yarabbi ben günahkarım. Bunun için senin zikrini yapmaya layık değilim. Sonra gözler yumulur. Hafif bir sesle
1. 25 estağfirullah denir.
2. 8 fatihayı şerif okuyup sekiz şart adabında yazılı olduğu yerlere hediye edilir.
3. 3-5 dakika mürşidine rabita yapilir.
4. 5000 defa "Allah (c.c.)" demek.
Rabıtadan sonra:
a) Ağız kapalı
b) Dil üst damağa yapıştırılmış bir şekilde
c) Kalbi olarak zikre başlanir. Zikir teşbihi kalb üzerinde sag elin baş ve orta parmaklan arasina alinir. Baş ve orta parmak uçlari bitiştirilip kalbin üstüne dokundurulur. Şehadet parmagi ile tesbih hareket ettirilir. Her yüzün (teşbihin bir devri) sonunda "ilahi ente maksudi ve rizake matlubi" (ilahi dilegim zatinin sevgisi, amacim rizana kavuşmaktir.) denir. 4. Sonunda veya teşbihten kalkilmak istendiginde 25 Estagfirullah denir ve şöyle tefekkür edilir. Ya Rabbi, senin zikrini yaptim ama gafletle yaptim. Sen kendi fazlin ve ihsaninla benden kabul buyur, der ve gözler açilir. Zikir için iki tesbih kullanır. Birisi piyasada satılan normal tesbih diğeri istenirse 50'lik sayı tesbihidir.
VIRDDE RABITA ADABI
a) Mürid virdin başlangicinda mürşidini kendisine feyiz verici olarak düşünür.
b) İlk estağfîrullahtan sonra mürid kalbinin huşu ve huzuru için mürşidinden yardım talebi için rabıta yapar.
c) Her yüz de bir "ilahi ente maksudi ve rizake matlubi" den sonra davasında sadık olabilmesi için mürşidinden yardım isteyecektir.
d) Son estağfinıllahtan sonra ise virdinin kabul olması için mürşidinden yine yardım isteyecektir.
VİRDİN ADABI
* Abdestli olarak kıbleye dönülerek yapılır.
* Vird esnasında abdest bozulursa vird terkedilir. İstenirse abdest tazelenip tekrar oturulur veya başka bir vakte tehir edilir.
* Yapılmayan günün virdi kaza olmaz. Vird çekmek için en efdal vakit sabah namazı sonrasıdır. Veya farz namazları müteakiben yapılandır. Akşam ile yatsi arasi rabita vakti oldugu için vird çekilmez ama rabitadan sonra kalan vakitte çekilebilir. Vird için kerahat vakti yoktur. Güneş dogup batarken ve ortada iken çekilebilir. Vird çekme süresi birgün içinde başladigi saattten ertesi günü ayni saate kadardir. Her şahis başlangiç zamanina kendisi karar verir. Ertesi gün ayni saate kadar istedigi zaman çekilir. Vird istenirse verilir, zorla verilmez. Adapsızlıktır. Vird mürşide danişilarak 21000'e kadar vekiller-; den artirilabilir. Alınan vird vekilce indirilebilir veya zaruret varsa terkettirilebilir. Vird gizli, kalbi çekilir. Açıktan sesli çekilmez.
* Her yüz de bir "ilahi ente maksudi ve rızake matlubi" derken dil yerinden oynar ve hafif bir sesle söylenir.
* Vird tesbihi tek tek ve süratli çekilmelidir. Kasden üç-beş teşbih atlayarak çekilmez.
* Vird artırmak isteyenler mürşidine veya vekile müracaatta bulunmalıdır.
* Şehadet parmagi olmayanlar veya sag eli olmayanlar sol elle vird çekebilirler.
* Ayaklan uzatarak vird çekilmez. Zaruret varsa olabilir.
* Vird esnasında herhangi bir tecelliyat olursa vird terkedilmez.
* Şeyh huzurunda hizmet edilirken, dergahtaki hizmette vird terk edilebilir. Mümkünse boş zamanlarda çekilebilir.
* Seferde imkan olursa vird çekilir yoksa terkedilir.
* Kamu görevlisiyken vird-rabıta-hatme terkedilebilir, imkan olursa yapılır. Acil işler olsa dahi, derse oturup fatihalari okuyup bir kaç yüz veya bin vird çekmesi hiç yapilmamasindan iyidir. Vird bir kaç bölüme ayrılabilir. İlk bölümde Fatihalar okunur sonraki bölümlerde okunmaz. Diğer bölümlere başlarken ve biterken 25 Estağfirullah ile rabıta yapılır. Vird çekerken sayı teşbihinin nerede kaldığını unutan kimse aklına gelen en az sayıdan başlar. Tarikat tazeleyenlerin vird talimatlarını yeniden almalarına lüzum yoktur. Unutmuş ise alabilirler. Virde oturuş adabi, sag kalçayi yere koyarak, aksi teverrük oturuşu ve bagdaş kurarak oturuşdur. Dizleri rahatsız olanlar vird esnasında oturuş şekillerini değiştirebilirler. Vird esnasında zaruretsiz bir yere dayanmak adapsızlıktır. Vird somya-sedir gibi yüksek şeylerin üzerinde yapilmamalidir. Saglik tehlikesi varsa yapilabilir.
* Vird esnasında üstüne örtü almak adabtandır. Lakin örtü olacak bir şey bulunmaz veya sıcaklık fazla olursa Örtü alınmayabilir. Fakat duvara yakın oturup duvarla kendi arasından bir insan geçemeyecek kadar mesafe kalmalıdır.
* Letaif virdi şeyh hazretlerinden istenir.
* Letaif talimatı Şeyh hazretlerinin (k.s.) emri ile verilir.
* Bir sofi virdini zaman zaman terk etse veya hep terk etse, hiç virdi yoksa bile o yine sofidir. Tarikattan düşmez.
LETAİF VİRDİ
Letaif Virdi; iyi kulak veriniz! Her cesedde bir kalb vardır, o kalbde bir gönül vardır. O gönülde bir sır vardır, o sır da bir hafi vardır O hafi'de bir Ahfa vardır, işte Ben bu Ahfadayım. (Hadisi Kudsi) Letaifler insan vücudunda yer alırlar. Alemi Emirdendirler. Bunlar görülmezler, hissedilmezler. Yerleri Allah (c.c.)'uı arşının üstündedir. İnsan nefsinin arzularına uyunca letaifler hakiki vazifelerini unuturlar. Letaifler ancak Lafz-ı Celal çekildikten sonra hakiki görevlerine dönebilirler.
LETAİFLER VE İNSANDAKİ YERLERİ:
KALB:
Yeri sol memenin dört parmak altındadır. Huzur ve tecelliyatla görevlidir. Nuru sarıdır.
RUH:
Yeri sağ memenin dört parmak altındadır. Allah (c.c.)'ın muhabbeti ve cezbeyle görevlidir. Nuru kırmızı renktir. SIR: Yeri sol memenin iki parmak üstüdür. Vahdeti taleple görevlidir. Nuru beyaz renktir.
HAFİ:
Yeri sağ memenin iki parmak üstüdür. İstiğrak olmakla görevlidir. Nuru siyah rengindedir.
AHFA:
Yeri göğüs kafesinin üst ucundaki boyun çukurunun iki parmak altındadır. İzmihlalle görevlidir. Nuru yeşildir.
NEFS:
Yeri iki kaşin ortasidir. Nuru mavi renktir.
LETAİF VİRDİ ÇEKİMİ
1- Lafza-i CelaTin kalb üzerinde çekilmesi gibi her bir latife üzerinde de Lafza-i Celal çekilir.
2- Fatihaların hediyesi ve istimdat talepleri Lafza-i Celal virdinin aynısıdır.
3- Letaif virdi 21.000'den başlar. Bu rakam 6 latifeye bölünüp her birisi için çekilecek rakam bulunur. Her latifede 1000'er çekilir. Herbir turda 6000 çekilmiş olur. 25000 çekecek olan 4 turda 24000 bin çeker geriye kalan 1000"i de her letaife 100 çekerek tamamlar. Sonra kalan küsuru 400'ü her tarafa 33 çekerek bir turda 200, iki turda 400 olur tamamlanir. Letaif virdinde, letaiflere virdin taksimi önce 1000'er 1000'er taksim edilir. Kalan kurtarırsa 500'er 500'er taksim edilir. Kalan kurtarırsa 100'er 100'er taksim edilir. Kalan olursa 33'er 33'er taksim edilir. Önce 1000'likler, sonra varsa 500'lükler, sonra 100'lükler, sonra 33'lükler çekilir. 1. Örnek: 29 bin virdin taksimi Binlikler x 6 = 6.000 6000 x 4 tur = 24000 Kalan 29000-24000= 5000 500 x 6 = 3000 Kalan 5000 - 3000 = 2000 100x6 = 6001. tur 600x3 tur =1800 Kalan 2000- 1800 = 200 33 x 6 = 198 yani 200 tamamlanır. 24000 + 3000+1800+200 1000 lik, 5000 lik, 100 lük, 33 lük toplam = 29000 4- Letaif virdi sırasiyle önce kalb, sonra ruh, sonra sır, sonra hafi, sonra ahfa, sonra nefs üzerinde çekilir.
HATME-I HACEGAN
Sadat-ı Nakşibendi yanında hatme çok kıymetlidir. Hatmesiz kalınmamalıdır. İnsan Nakşibendi olduktan sonla nerede bir hatme yapılırsa hissesi içindedir. Bir defa hatme bir de vird çekerken sadatm ruha-niyetinin nazarı altına girmelidir. Tarikate girip de mazeretsiz olarak evde oturup da hatmeye girmeyen kimseyi ne Peygamber (s.a.v.) ne Sadat-ı Kiram tanır. Camiden ve hatmeden uzak kalmayınız.
BÜYÜK VE KÜÇÜK HATME:
Hatme cemaatin durumuna göre büyük veya küçük olarak yapılır. Cemaatte "Elamneşrahleke" süresini ezbere bilen 11 kişi varsa büyük hatme yapmak caiz olur. Yapılmazsa bid'at olur.
HATMEDE RABITA ADABI
1- Hatme esnasında kalbin huşu ve huzurlu olması için sofi mürşidine kısa istimdadi bir rabıta yapmalıdır. 2- Hatme duasında isimleri okunan sadatlar hat-mede oturanların hediyelerini mürşid hazretlerine teslim ederler. Bunun içindir ki gözler açılmadan evvel sofiler hediyelerden mahrum edilmemeleri için mürşidinden yardım isteyecektir.
HATMENİN ADABLARI:
* Sofi bir günde iki hatmeye katılamaz. İki hatme idare edemez.
* Diğer Nakşibendi tarikatında olanlar bizim hatmemize katılabilir. Bizde onların hatmesine katılabiliriz. Katılman hatme sesli (cehri) olmamalıdır.
* Diğer bir Nakşibendi tarikatında hatmeye katılan bir kimse aynı gün kendi tarikatımızın hatmesine katılamaz. Çok büyük adabsızlıktır.
* Abdestsiz hatmeye oturulmaz.
* Abdest bozulduğu takdirde hatme terkedilir. Abdest alınınca hatme duası başlamadan evvel tekrar oturulabilir.
* Hatme idarecisinin abdesti bozulduğu takdirde hatmeye devam etmez. Hatme yaptırmasını bilen bir başkası devam eder. Abdestini tazeleyip hatme duasından önce yetişebilirse isterse tekrar hatmeyi idare eder veya sükut edip hatmeyi dinler.
* Tarikat tazeleyen sofiler' sekiz şarti yapmasalarda hatmeye katilabilirler.
* Hatme; taş, teşbih taneleri veya benzeri sert bir cisimle yapilir. Teşbihin ipligi koparilip taneleri serbest kalinca ancak teşbihle yapilir.
* Hatme duası okunmaya başlanmamışsa hatmeye katılınabilir. Dua başlamışsa artık hatmeye katılınmaz.
* Hatme başlangicindan sonuna kadar gözler kapalidir. Açilmasi kesinlikle yasaktir. Ikaz edildigi halde gözlerini açan olursa taş dagitici onu hatme yerinden dişari çikarir.
* Hatmeye küçük çocuk katılamaz.
* Yeni tarikate girip şartlari yapmayanlar katilamaz. Şartlan yapip hatme talimati almamiş olanda katilamaz.
* Hatme yaptıran hatmede sırtını kıbleye dönüp oturmalıdır.
* Hatmede iken acil bir ihtiyacı çıkan hatmeden çıkabilir.
* Hatme duası okunurken Resulullah (s.a.v.) Sahabe ve Sadatın isimleri zikredilirken onlarla ilgili salat ve tazim cümlelerini hafif dille söylemelidir.
* Hatmeye başlandiktan sonra ve duadan evvel giren kimse hatme halkasinin arasina veya ortaya oturur. Gözlerini kapatarak 25 Estagfirullah söyler. Bu durumda önceden kendisine taş verilmedigi için hiç bir şey okumaz. Rabitada kalir.
* Hatme için kerahat vakti yoktur.
* Bir yerde hatme yaptıracak kimseye ihtiyaç olursa vekil bunu seçebilir.
* Açık arazide hatme yapılmaz. Ancak kimsenin göremiyeceği tenha bir yerde yapılabilir. Etrafı örtü ile çevrilmesi mümkün ise yapılmalıdır.
* Hatmede ikindiden sonra "Amme", yatsıdan sonra "Mülk (Tebareke)" okunur. Bilinmeyen süre yerine başka kısa bir süre okunur.
* Hatme tek başina da (küçük hatme) yapilabilir. Tabiki bütün tesbihati tam olarak yapacaktir.
* Tek kişi hatme yaparken ipi kopanlmamiş saglam teşbihle yapmaz. Ipini koparip yapar. Çok zaruret olursa bagli teşbihle de yapabilir.
* Hatme yaptıran duayı ezbere bilmiyorsa gözünü açıp kitapdan okuyabilir. Okumaya başlamadan evvel ve sonra ise gözler kapalı olmalıdır. En kısa zamanda dua ezberlenmelîdir.
* Küçük hatmede ilk ve son fatihaları okuyacak olan hatme başlamadan önce tesbit edilirler.
* Küçük hatmede hatme duası başlarken, hatmeyi yaptıran elindeki taşlan önündeki kaba bırakır ve sağındakine verir. Oda yine sağındakine verir, böyle sıra ile taşlar toplanır.
* îki kişi hatme yaparken önce imam 4 diger şahis 3 Fatiha okur. ikinci Fatihada imam 3 digeri 4 Fatiha okur.
* Üç kişi hatme yaparsa imam 3 digerleri 2 şer Fatiha okur (önceki Fatihada) sonraki Fatihada imamin solunda oturan 3 digerleri 2 şer okur.
* Küçük hatmede Fatiha taksimi başlangici önce imamdan, 2. turda ise imamin solundaki şahistan başlayarak yapilir.
* Hatme yapanlar yediden fazla ise ikinci Fatihalarda imam okumaz.
* Büyük hatmede taş dagiticisi bulunmasi adaptandir.
* Büyük hatmede taş dagitici taşlari sagdan itibaren başlayarak dagitir. Ihlasi şerif taşlarini ise soldan başlayarak dagitir. Hatme duasi başlayacagi zaman taş dagitici taşlan sagdan başlayarak toplar.
* Büyük hatmede on adet işaret taşi kullanmak adaptandir. Kullanmamak adapsizliktir.
* İkindi ve yatsı hatmelerine katılamayan kendi başına veya evinde yapabilir.
* Sofi kendisine nikahı düşmeyen kadınlarla hatme yapabilir.
* Açık (sesli) zikir yapan tarikat mensupları sekiz şartı yapmadan büyük ve küçük hatmeye giremezler.
* Kardeş hanimi, baldiz gibi kimselerle hatme yapilamaz.
* Hatmedeki manevi görüntüler imkan olursa Şeyh hazretlerine anlatilabilir.
* Hatmede arkaya, sağa, sola veya herhangi bir şeye dayanmak, yaslanmak adapsızhktır.
* Hatmede halka şeklinde dizler birbirine bitişik adap üzerine oturulur. Mazereti olanlar serbesttir.
* Taşlarin dagitimi tek sayida olarak üç-beş-yedi yapilir. Mazereti olanlara az taş verilebilir (çocuk, hasta gibi).
* Taş dagitan, 25 Estagfirullah deyip gözler kapatilinca taş dagitma vakti gelince yerinden kalkar vazife bittiginde gelip yerine oturur. Böyle yaparken herhangi bir şey okumaz. Çünkü görev yapmaktadir.
* Hatme esnasında kendisine taş verilen kişinin ab-desti bozulursa elindeki taşlan yanındaki kişilerebırakarak dışarı çıkar. Hatme duası okunmadan geri gelirse uygun bir yere oturur. Hatmeyi tamamlar.
* Hatme duasını yaparken sadatların manevi unvanlarının bazı kısımlarını unutan kimse, o sadatın ismini zikredip geçebilir. Diğer sadatın duasını okur.
* Hatme yapılan yerde uyuyan kimse çocuk olursa zarurete binaen hatme yapılır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Ey can! |
|
|
|
|
|
|
Ey can!
Ey Resulullah bahçesinin Gavs gülü!
Seni kim bir sabah ezanında
Yıllar yılı yatağında bulabildi ki?
Bir tas su dökülmüş gibi
O cehennemleri söndürecek
Nurlu gözyaşlarının döküldüğü sırdaş yastıktan başka…
Uzun secdelerin, boyun büküşün, el açışın,
Bu kadar gülenin haline ağlamakla af isteyişin.
Tarumar dünyanın gülistana çevrilişi gizliydi senin gece yarılarında…
Hani hane-i saadetten çıkıp
Ağır ağır yürürsün ya,
Hasretle yol gözleyen aşıklar meydanına…
Saadet sokağından tövbe mescidine doğru yürürsün ya,
Bir elinde asa bir elinde gül,
Denizlerin çalkalandığı nur ummana doğru.
Sanki önünde yürüyenin ayak izlerini takip edercesine.
Binlerce sevdalının beklediği mescide. Hani o girişin var ya…
Uzatırsın ya asayı nasiplisine
Yarılır ya saflar birden bire, meleşir ya kuzuların
O mübarek selamı bir verdiğinde sallanır dağlar bir bir.
Birden bire gül kokusu sarar tövbe mescidini
Çöle yağan yağmur misali…
Yürürsün mihraba doğru,
Sağa sola sadakalar dağıtırsın o nurlu nazarından ey gönül Sultanı..
Dönersin sevdiğin cihetine Ay Parçam..
Gel Ay Parçam! Yandı yüreğim gel!
Gözyaşlarımla ıslatsam yollarını,
Güller sersem yollarına nazlı Sultanım, gel özledim seni.
Gel ki gözlerim murad alsın,
Gel ki bağrımın derdine bir çare ol.
Gel! Susuz çöllere döndüm, yandım aşkın ile gel! Biçareler, ümit kapısı demiş sana gelmiş gel.
Benim ümidim,
Ömrümce kapısında dilendiğim, bir tek nazar kıl!
Ey ceddinin övündüğü yüce sultan gel..
Cuma’dır bugün, bayramdır. Bu gün sevindir evlatlarını gel.
Aman Allah! Güneş yüzünden mi doğar cihana?
Beyaz sarık başında, yoksa gelen sen misin ey Can?
Bu hutbede sevda var,
Bu namazda bir hal var,
Kulluk böyle olsa gerek ya Rab!
Sanki kalabalığın arasında yapayalnız gibisin. Omuzların ne geniş, dağlar mı var üzerinde?
Derdin bitmez mi senin hiç, sen sana gelen için hep gözyaşı mı dökersin?
Ey ağlayanları güldüren, karakışları yok eden bahar yüzlüm!
Açları doyuran cömert ağam! Ey biçarelerin elinden tutan kılavuz!
Ey yol bilmezlere rehberlik eden! Ey Sadatların gözbebeği!
Işığa koşuşan pervaneler misali yine ziyarete koşuşurlar birden,
Sen dinleye dinleye yürürsün, hücreye doğru.
Kısa da olsa ikindi vaktine kadar hasretin başlar.
O mescit çıkışında Ay Parçam, yönelirsin Merkad’a doğru,
Yol bilmezlerin tutup elini Dost’a doğru.
Senin ardından üç adım da olsa Allah için atanlara ne mutlu!
Bahçedeki kuşlar cıvıldaşıp haber verdi Merkad’a senin geldiğini,
Pembeleşip de girdin Sultanlar huzuruna can Sultanım..
O girişte ki kurumaya yüz tutmuş ağaca nasıl da durup bir baktın!
Ne dedin gül kokulum, ne istedin gül yüzlüm?
Seninle onlar övünüyor, şahidim.
Ustası büyük olanın çırağı küçük mü olurmuş?
Sen ustalarınla övündün, alem sneinle övünüyor ey Hak Dostu!
O mübarek Kur’an’ı okuyup hediye ettin ya.. Arkanda saf tutanlar senin ettiğin duaya amin dedi sadece.
Şöyle bir baktım yürüyüşüne,
Elindeki asayı yere değdirişine..
Bembeyaz nurlu sarık nasıl da yakışmış ey aşk deryası! Nazar pınarlarından damla kapanlara ne mutlu!
Sevdiklerin hatırına mahşerde de peşin sıra yürüt bizi sevdiklerine doğru. Bırakma bizi n’olur!
Ne mutlu yolundan gelene, candan sevene, pişmanım diyene!
Ne mutlu çorbandan yiyene, seni görene!
Sana gönül verene ne mutlu!
**
Söz: İlham Erol
Müzik: Taner Yüncüoğlu
Okuyan: Dursunali Erzincanlı
Albüm: Gönül Sultanları, Hacegan |
|
|
|
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı! |